müzik üzerine bir kac kelam
hem bilim hem de sanat olma özelliğine sahip müzik, biz pek farkına varamasak da aramızda konuştuğumuz dilin haricinde de kullandığımız, geçmişten günümüze köprüler kurup geçmişimiz, kültürümüz ve en sade şekliyle bizim hakkımızda, duyabilecek nezih kulaklara sahip zümreye, kulağa hitap eden bir şölen eşliğinde istenilen veriyi sunabilecek ve içten içe bizi anlatabilecek, kulaktan yüreğe intikal eden farklı bir dildir…
ve bizim için maddeden çok manayı temsil eden bu sanatın (ya da bilimin) tanımı herkese göre farklıdır. kimine göre seslerin veya sessizliğin notalarla uyum içerisinde bir zaman sürecinde düzenlenmiş hali olarak tasvir edilen müzik, kimine göre de matematiğin edebiyatla dansı, bir uyum ilmi veyahut hayatın ta kendisidir.
‘çok insan anlamaz eski musikimizden.
ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden …’
(yahya kemal )
yahya kemal beyatlı’nın bu mısrada altını çizmek istediği şey şöyle başımızı kaldırıp toplum olarak pek dönüp bakmaya mecalimiz kalmayan tarih sayfalarını biraz araştırmamız ve üzerinde düşünmemiz olabilir. ve bunun vurgulanmak istenen gerçeğin tecellisinde şüphesiz büyük bir rolü olacaktır. müziğin hayatımızdaki rolü ve toplum olarak yaşantımızı büyük ölçüde yansıttığı hatta hayatımızın öyküsünü anlattığı kaçınılmaz bir gerçektir. ‘bir müzik eserini meydana getiren bütün ayrıntılarda, bir toplumun hikayesi, uzunca bir geçmişi gizlidir. dikkatlice dinlendiğinde, toplumsal geçmişin uzun, hüzünlü, sevinçli bütün seslerini duyabilmek, müthiş bir yaşam zenginliğiyle karşılaşmak mümkündür. melodik bir tarih ya da tarihin melodik anlatımı niteliğini taşır toplumun müzikleri…’(1)
konfüçyüs’e göre bir toplumu en iyi şekilde tanımak için ilk önce o toplumun müziğini dinlemek gerekir. çünkü müzik, toplumun kendisini ifade etmek için kullandığı başka bir dildir. toplum, pek farkına varmasa da şarkılarında büyük ölçüde kendisini anlatır. ve mütemadiyen tekdüze giden bir alışveriş söz konusudur. toplum şarkıları söyler, şarkılar da toplumu…
toplum olarak müziğimizin çok çeşitli kültürlerle harmanlanması bir tesadüf değil, aksine sanattaki etkileşimin ne derece ciddi olduğunun kanıtıdır. zaten günümüzde bile birçok farklı millete, dine, dile ve ırka ev sahipliği yapan ve geçmişte de aynı ev sahipliliğini hoşgörüyle üstlenmiş anadolunun kültürel olarak bu denli zengin olması, bu etkileşimin boyutunu ortaya koyar mahiyettedir. ‘özellikle 18.yüzyılın ortalarından itibaren türk ezgilerinden ve mehterin ritmik yapısından yararlanarak eser bestelemek, batılı müzisyenler için deyimi yerindeyse adeta bir moda haline gelir. mesela wolfgang amadeus mozart, la majör piyano sonatı’nın son bölümünde ünlü ‘alla turca’sını yazar. bu eserinden başka, türkleri konu alan başka eserleri de vardır: kv 219 türk konçertosu, kv 344 zaide operası, saraydan kız kaçırma, kahire kazı, vs. mozart’ın yanısıra beethoven’ın bazı eserlerinde bu etkiyi görmek mümkündür.’(2) 19. yüzyılın başlangıcında batılı müzisyenlerin istanbul’da konser vermeye başlamaları batı müziğiyle doğunun çok güzel harmanlanmış osmanlı müziğini etkileşim sürecine sokmuştur. ve osmanlı’da 2. mahmut tarafından kurulan musika-yı hümayun’un başına italyan giuseppe donizetti’nin getirilmesiyle osmanlı müziğinde batı müziğinin yoğun olarak etkileri başlamış ve kendi tabiiliğinden zamanla ayrılmıştır. zamanında güneşin gerçekte olduğu gibi kültür ve medeniyet açısından da aydınlığı doğudan doğduran, doğu kültürünün en aydınlık ülkelerinden biri olan osmanlı bünyesindeki osmanlı müziği icracıları, saraydaki bu denli değişimden paylarını olumsuz yönde almışlardır. bu etkileşim süreci, osmanlı’nın bunalımlı dönemlerinde yaşayıp ‘müzik öyle bir deniz ki; ben sadece paçalarımı sıvayabildim, içine giremedim’ sözünün sahibi ve müziğiyle hem dünyasal hem de dinsel ve mistik kendine öz tavırlarıyla ünlenen, ünlü bestekar musikişinas hammamizade ismail dede efendi (dede efendi) ve onun gibi değerli musikişinasların saraydan ayrılmasına veyahut uzaklaşmasına zemin hazırlamıştır…
osmanlı’nın son devirlerine kadar klasik türk musikimiz, batı müziğiyle beraber saraydaki yerini eskisi kadar gözde olmasa da korunmaya çalışılmış ve en azından cumhuriyet’e kadar faaliyetlerini sürdüren dergahlarda ve mevlevihanelerde canlılığını sürdürebilmiştir. bu dönemde eser veren bestecilerimiz de batı müziğinin etkileri görülür.
cumhuriyet döneminde ise harf devrimi, kılık kıyafet devriminin yanında müzikte de birkaç kişinin kararı ile halka ait geleneksel ve köklü değerlerimiz köklü bir değişime uğratılmaya çalışılmıştır. musikimizin (doğu müziğinin) gayri milli ve hastalıklı olduğu görüşlerini ileri süren çevre ile batı müziğinin yeni medeniyetimizin müziği olduğunu kabul edip milli müziğimizin halk müziğimizle batı müziğinin izdivacından doğacağını kabul eden çevre maalesef aynıdır. ‘1926 yılında istanbul konservatuarındaki klasik türk musikisi bölümü kapatılmış bununla da kalınmamış, aynı yıl klasik müziğin tabii bir eğitim aktarım mekanı olan tekke ve dergahlar kapatılarak bu müziğin bütün gelişme yolları ortadan kaldırılmış ve daha sonra da bütün okullardan klasik türk musikisi eğitimi kaldırılmıştır. buna bir anlamda ‘kaynak kurutma operasyonu’ da denilebilir.’ (3)
20.yüzyıl sonuna doğru büyük ölçüde müziğin amacı değiştirilmiş, sanat adına eserler ortaya koymak, ruhu dinlendirmek, duygu adına bir şeyler paylaşmak, acıyı tatlıyı hissettirmek, yüreğe hitap etmek, kültürle yaşatmak yerine, müziğin kalitesi inanılmaz derecede düşürülüp sadece çıkarlarını ön planda tutan, tek derdi para kazanmak ve insanlara saçma sapan mesajlar vermek olan bir kitlenin insanlara müzik eseri diye sundukları ehemmiyetsiz ritimleri, ilkokul beş seviyesinde yazılmış sözleri ve müzik dedikleri emeksiz hazır gürültüleri, müzik gibi hem bilim hem de sanat kategorisine giren bir disipline dahil etmek ve bütün bu çirkeflikleri yapan ve sanatı öldüren insanları, asıl anlamı göze kulağa ve en önemlisi yüreğe hitap edebilen ‘sanatçi’ olarak anmak ne derece mantıklı olur?
zamanla insanlığın kendini ifade edebildiği soyut kavramların değer kaybedip sadece maddeye önem veren nesillerin ve düzenin tecelli etmesi mutlak olarak müziği de derinden etkilemiştir. müzikteki doğallık buna oranla azalmış ve müzik sanattan büyük derecede ayrılmıştır. bundan sonra müzik kendini ifade etmekte güçlük çeken bir takım insanlar için bir çeşit ninniye dönüştürülmüştür.
maalesef kendi kültürel değerlerimiz kendi vatanımızdan çok dünyanın farklı yerlerinde yankı bulmaktadır.gerçi bu gelişme de ülkemizin dünyada kültürel olarak tanınması haricinde pek iç açıcı sayılmaz. bütün bunlara rağmen ülkemizde veya farklı yerlerde tek tip insan üretmeye çalışan bu müzik gidişatının farkında olan insanlar var; bunalmış insanlar var; müziğin anlamını idrak etmeye çalışan insanlar var; bunları fark etmek müzikle ilgilenen biri olarak bana umut veriyor ve beni mutlu ediyor.
(1) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.89 (kaknüs-99)
(2) yalçın çetinkaya/müzikyazıları/müzik ve etkileşim /s.237 (kaknüs-99)
(3) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.91 (kaknüs-99)
bilgiclerin siirleri var neden bilgiclerin yazilari adli baslik yok denilip acilmistir bu baslik. velhasilikelam tuzluktan haberdar da degildir yazan bilgic kisi.ve tuzlugu farkedince ikinci entry sayesinde is degisir. nese uzun lafin kisasi budur vesselam...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?