bir esra elönü şiiridir.
başinin doğusu ağridi
bay çipur doğuya giden adam…
güneş tek başına vuruyor başına.
eğer pansiyon görevlisi pürüz kadın izin verseydi bavulunu toplamaya
kedileri toplayabilirdi avuçlarına. yanlış bir gömlek vardı üzerinde
ve ütü izi gibi duruyordu kanının üzerinde anlamsızlık.
dil biliyordu.
kafa sallayabiliyordu gülümseyerek.
ve acıktığında yağmur dolması çekiyordu içine.
bay çipur doğuya gidiyordu.
arkasından tepe taklak çocuklar
önünde keçi olmaktan son anda vazgeçmiş ciğeri çamur kediler.
sağ salim ölüyordu batısından kaçarak dünyanın.
kitapları ve şarkıları sırtında
çocuklar askılıktan yeni inmiş koşuyor.
bay çipur doğuya gidiyor.
bay çipur dünyada kısa sürüyor.
çocuklar yaralandı bay çipurun ölümüyle.
kediler nerde?
nerde kediler.
bay çipur doğuya gidiyor.
sırtından düşen kitap sayfaları
şarkıların ayakları doğuya gidiyor.
bay çipur batısında kalıyor yürüyemediği yolların.
zaten diyor anlaşılmadı söylediğimiz
zaten kısa sürmeyi istedik tanrıdan.
nereye dökecektik bu kadar yaşı
ve kimi kızdıracaktı daha fazla gülüşümüz.
ağaçların yanaklarını söken gölgelerde gün bitirmek
asmalarıyla dalga geçtiği dünyanın bir tek üzümleri gerçek…
dostlarına gülümsemeden doğuya gitmek…
sessizliği net anlaşılmayan bu kalabalığın içinden çekilişini kutlarcasına övgüyle ölüp gitmek
hayırlısı beyrut.
hayırsızı dünya.
bay çipur doğuya giderken ölen bir gerçek.
bay çipur
serinin 2. şiiri.
sefertasında tren taşıyan adam. ağaçları ve kahkahaları izliyor bugün.
her zamanki gibi sessiz. saçlarını yırtan dişsiz bir tarağı eline alıp acı acı gülüyor. ruhunun üzerinde ham bir peruk gibi duran canını sıyırmak istiyor? annesinin küçükken sorduğu soruyor bay çipur?
bunu neden yapıyorsun?
bunu neden yapıyorsun?
sonra babasına yalvarışı geliyor aklına tühh ya diyor nerden geldi aklıma.
baba bu elbiseler
baba bu yeni getirdiğin ekmek
baba bu benden istediğin su
baba bu sana kravatını bağlarken baktığım gözlerim
baba bu eve hep geç geldiğin saat
baba bu seni beklerken kardeşimin uyuyakaldığı sağ omzum.
hepsi ne kadar eder?
hepsi ne kadar?
bay çipur elbise dolabının içinde kendini birkaç kez içine koyduğu soğuk gömleklere sarılıp ağlıyor. askıya alınmış soğuk elbiselere yerleştirdiği bedeni sıkılıyor artık. bir şey var diyor bir şey içimde . pansiyon görevlisi kadın kızarak çalıyor kapısını ve söyleniyor:
- bunu neden yapıyorsun şaşkın adam kes ağlamayı!
söylenip uzun süre çıkıp gidiyor. bay çipur omuzlarına kendi elini atıp sokağa çıkıyor.
dua etmek için mezar kafeye gidiyor. bu kendi oluşturduğu hayal mekanının yerini kimse bilmiyor. buluşulan, soğuk su söylenen, dedikodu yapan şişko kadınlar için özel koltukların bulunduğu sıradan kafelerden başkaydı mezar kafe. bir kitap çıkarıyor cebinden sayfaları bomboş boşluğu okudukça doluyor bay çipur. tıpkı hiçliği okudukça bir şey olmak gibi diyor. tıpkı hiçliği okudukça bir şey olmak gibi.. birkaç mezar buluyor, toprağın kalbi atıyor diyor içinden, içinde cansızlık yatsa da. mezar bakıcısı geliyor bay çipurun yanına ve sesini kısarak söyleniyor:
- kapatıyoruz.
bay çipur hesabını bırakıyor boş bir mezarlığa ve sadece çocuklara ve kedilere gülümseyerek ayrılıyor mezar kafeden.
toprak yedim mezar kafede.
dua ettim.
hiç oldum.
kör oldum
açılınca ölümün gözleri.
bir saattim,
epey geç oldum .
bay çipur bütün dünyadaki selâ seslerini topladı kulağına, ayrı coğrafyalarda aynı ölümler..
aynı ölümler...
aynı ölümler...
sefertasında tren taşıyan adam. ağaçları ve kahkahaları izliyor bugün.
her zamanki gibi sessiz. saçlarını yırtan dişsiz bir tarağı eline alıp acı acı gülüyor. ruhunun üzerinde ham bir peruk gibi duran canını sıyırmak istiyor? annesinin küçükken sorduğu soruyor bay çipur?
bunu neden yapıyorsun?
bunu neden yapıyorsun?
sonra babasına yalvarışı geliyor aklına tühh ya diyor nerden geldi aklıma.
baba bu elbiseler
baba bu yeni getirdiğin ekmek
baba bu benden istediğin su
baba bu sana kravatını bağlarken baktığım gözlerim
baba bu eve hep geç geldiğin saat
baba bu seni beklerken kardeşimin uyuyakaldığı sağ omzum.
hepsi ne kadar eder?
hepsi ne kadar?
bay çipur elbise dolabının içinde kendini birkaç kez içine koyduğu soğuk gömleklere sarılıp ağlıyor. askıya alınmış soğuk elbiselere yerleştirdiği bedeni sıkılıyor artık. bir şey var diyor bir şey içimde . pansiyon görevlisi kadın kızarak çalıyor kapısını ve söyleniyor:
- bunu neden yapıyorsun şaşkın adam kes ağlamayı!
söylenip uzun süre çıkıp gidiyor. bay çipur omuzlarına kendi elini atıp sokağa çıkıyor.
dua etmek için mezar kafeye gidiyor. bu kendi oluşturduğu hayal mekanının yerini kimse bilmiyor. buluşulan, soğuk su söylenen, dedikodu yapan şişko kadınlar için özel koltukların bulunduğu sıradan kafelerden başkaydı mezar kafe. bir kitap çıkarıyor cebinden sayfaları bomboş boşluğu okudukça doluyor bay çipur. tıpkı hiçliği okudukça bir şey olmak gibi diyor. tıpkı hiçliği okudukça bir şey olmak gibi.. birkaç mezar buluyor, toprağın kalbi atıyor diyor içinden, içinde cansızlık yatsa da. mezar bakıcısı geliyor bay çipurun yanına ve sesini kısarak söyleniyor:
- kapatıyoruz.
bay çipur hesabını bırakıyor boş bir mezarlığa ve sadece çocuklara ve kedilere gülümseyerek ayrılıyor mezar kafeden.
toprak yedim mezar kafede.
dua ettim.
hiç oldum.
kör oldum
açılınca ölümün gözleri.
bir saattim,
epey geç oldum .
bay çipur bütün dünyadaki selâ seslerini topladı kulağına, ayrı coğrafyalarda aynı ölümler..
aynı ölümler...
aynı ölümler...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?