eksik şiir

kendimi kendim savunacagim
sezen aksu’nun 1975-2006 arasında yazdığı dört yüzün üzerinde şarkı sözünden seçilen 197’si yer alıyor kitapta. bazılarını çok iyi hatırlayacaksınız – kendi kendinize mırıldandığınız, hiçbir zaman unutamadığınız şarkılar... ama muhtemelen bilmediklerinizle, duymadıklarınızla da karşılaşacaksınız.
firambogaz
hayat sana teşekkür ederim’le başlayan kitapta gidiyorum, tutuklu, ikinci bahar, onursuz olmasın aşk, yetinmeyi bilir misin, med cezir, gidemem gibi 197 sezen aksu şarkısının sözleri yer alıyor. sezen aksu, eksik şiir’in önsözünde kitabın hazırlanışını "bu kitap yakınlarımın, çoklukla da şarkılarımdaki sözlerle daha fazla ilişki kuranların, uzun yıllardır süregelen ısrarları sonucu oluştu." sözleriyle özetliyor. aksu yine kitabın önsözünde, kitabın oluşması için direncinin kırılma noktasının yıldırım türker’le yaptığı sohbet sırasında türker’in kendisine söylediği "borcun var." sözü olduğunu belirtiyor. yıllardır hem sezen aksu’nun kendi sesinden hem de sertab erener, aşkın nur yengi, levent yüksel ve daha birçok sanatçıdan dinlediğimiz şarkıların sözleri aksu’ya göre eksik. sezen aksu, "düz düşününce zaten vardılar, ortadaydılar; müziğini çekip aldığınızda şiire ne kadar yakın durursa dursun eksik kalan o sözler bir araya toplandığında bir bütünlük oluşturabilir miydi?" sözleriyle kitabın adının neden "eksik şiir" olduğunun ipucunu bize veriyor. kitap ayrıca müzik dünyasının son yirmi yılına damgasını vuran sezen aksu’nun hayranları için hoş bir arşiv niteliği de taşıyor.

http://www.zaman.com.tr/
nykterida
eksik siir’in yine sezen tarafindan yazilan onsozu;

bu kitap yakınlarımın, çoklukla da şarkılarımdaki sözlerle daha fazla ilişki kuranların, uzun yıllardır süregelen ısrarları sonucu oluştu. ille de olmalı mıdır sorusu çok kurcaladı beynimi açıkçası. epey bir süre çekimser kaldım. düz düşününce zaten vardılar, ortadaydılar, müziğini çekip aldığınızda şiire ne kadar yakın durursa dursun eksik kalan o sözler bir araya toplandığında bir bütünlük oluşturabilir miydi?

yaptığı işlerden bir türlü tam manasıyla memnun kalamayan, bir sonrakinde eksiğini gediğini giderme telaşı ile arkasına bakmadan bir acele yürüyüp gitmek isteyen insanlar için bu hep böyledir. eski defterleri karıştırmaktan haz etmezler. hele benim gibi yazmakla da yetinemediği için deli gibi kalabalıkların önüne atılıp çığırmaktan kendini alamayanlar…

örneğin gittiğiniz herhangi bir yerde birilerinin hemen albümünüzü çalmaya başlayarak gösterdiği incelik ve nezaket sizin için nasıl bir azaba dönüşebilir mümkün değil kestiremezsiniz. hatta bazen bütün hata ve kusurlarınızın yüzünüze vurulduğu, sonsuza dek kendinizi dinlemeye mahkûm edilip cezalandırıldığınız fantezisine kadar akıl yoldan çıkabilir.

kendi başıma geldiği için mecburen anladığım bu yarı gerçek, yarı hayal dünyasında seyredenlere has taşkın duygularla uçlarda savrulma hali, seyredene “gülü seven dikenine katlanır” dedirtir, seyredilenin ömrünü tüketir. oysa şarkı, şiir, hikâye, roman her neyse yazma anı (plansız, programsız hakiki yazma anından söz ediyorum) yazanı da seyircisi yapan olağanüstü haldir. yazarsınız ama sahibi olamazsınız. çok içeride bir yerden ortak bir gizli bilgiyi hatırlamakta olduğunuzu hissedersiniz. ama ürettiğiniz her ne ise tamamlandığında ‘ben” sizi yeniden ele geçirir. bir dahaki yazma ânına kadar bu eşsiz kendiliğindenliği unutursunuz. çünkü onu diğerleri ile paylaşma süreci başlamıştır. zeka, akıl, süslemecilik, sunum, satış, gösteriş, özetle profesyonel alan devreye girer. artık o ilk ânın saflığı içinde değilsinizdir. sizi gitgide daha da huzursuz kılan bu çelişkidir - aklın o saflığın gücüne hiçbir zaman erişemeyeceğini içten içe bilmek...
işte böyle ün nedir, ünlü olmak gerçekte neyi temsil eder, bir ünlü inisiyatifi dışında kendine yüklenen eksi, artı anlamlara ne mesafede durmalıdır, durabilir mi, bu karşılıklı bir delilik hali midir, olağan mıdır, anılar yazılmalı mıdır, yeni şarkılar üretirken "best of "lar yapılmalı mıdır, içinden müziği alınmış sözlerden kitap olur mu ve bu gibi daha bir dolu karmaşık his ve düşüncenin içinde maymun olduğum günlerden birinde, bir cümle beni netleştirdi. yıldırım’la (türker) sohbet ediyorduk; “borcun var” dedi. hafifleyiverdim. seyreden de, seyredilen de kendi tarafından bakar doğal olarak, görecelidir ama gerçek tektir. ve herkes gerçek olanı sezer, vicdanla sezer. borcum var, farkettim ki ben bir tek bundan eminmişim zaten kayıtsız şartsız.
bu kitabın oluşması için direncimin kırılma noktası bu cümledir. oluştu, sıra geldi önsöze. aklıma birbirinden güzel, manalı, süslü binlerce cümle geldi. insanın aklına ilk öylesi geliyor bir türlü yakasını kurtaramadığı beğendirme derdi yüzünden. denedim, vazgeçtim. hiç kimsenin yutmadığını, ve ilk yazma anını hatırladım, kalemimi o anın getirdiklerine bıraktım. inşallah önsöze benzemiştir.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol