ataturkun kurtulus savasinda soyledigi ve asla unutulmamasi gereken soz.
ya istiklal ya ölüm
turk istiklal harbinin parolasi olan cok onemli olan sozdur.insanin tuylerini diken diken eden ve bu vatan ugruna her olumu goze aldirtan etkileyicilige sahip ders alinmasi gereken sozdur.
nutuktan...
bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu:
temel ilke, türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklâlden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.
yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
halbuki, türkün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
o halde, ya istiklâl ya ölüm!
işte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. ne olacaktı? esirlik!
peki efendim. öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?
şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
sonra, osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. çünkü, millet her türlü fedakârlığı göze alarak istiklâlini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği takdirde, bu istiklâle kazanılmış gözüyle bakılamazdı. artık, vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi?
halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?
görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı.
osmanlı hükûmetine, osmanlı padişahına ve müslümanların halifesine baş kaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
devamı için:
(bkz: uygulamayı safhalara ayırmak) ve basamak basamak ilerleyerek hedefe varma
bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu:
temel ilke, türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklâlden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.
yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
halbuki, türkün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
o halde, ya istiklâl ya ölüm!
işte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. ne olacaktı? esirlik!
peki efendim. öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?
şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
sonra, osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. çünkü, millet her türlü fedakârlığı göze alarak istiklâlini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği takdirde, bu istiklâle kazanılmış gözüyle bakılamazdı. artık, vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi?
halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?
görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı.
osmanlı hükûmetine, osmanlı padişahına ve müslümanların halifesine baş kaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
devamı için:
(bkz: uygulamayı safhalara ayırmak) ve basamak basamak ilerleyerek hedefe varma
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?