orly davası

yazargezer
orly katliami (bkz: orly havalimanı saldırısı) sonrasi kurulan mahkemelerde mumtaz soysal'in ermeni avukatlara ve fransizlara ayar üzerine ayar verdigi durusma.

**************************

sayın başkan,
sanıklardan hiç birini tanımıyorum ve saldırının yapıldığı gün orly'de değildim. müdahil avukatlarının istemi üzerine burada bulunuyorum. neden? aslında bu mahkeme önünde duygulara dayalı bir tanıklık yapabilirdim; zira 31'i diplomat ve memur olmak üzere ermeni terörüne kurban giden 42 türk'ten 12 tanesi benim eski öğrencim ya da meslektaşımdı ve oriy saldırısının mağdurları arasında da çoğunluğu kendi yurttaşlarını oluşturuyor.

fakat buraya size başka şeyi izah etmeye geldim. tanık oluşumdan ötürü bu davanın oturumlarında bulunamadım ve mahkemenin seyrini yalnızca fransız basınından izleyebildim. gazetelerde okuduklarını böyle bir izahın gerçekten gerekli olduğunu gösterdi. savunma avukatları, siyaset adamlarının tanıklığına başvurarak arada onları ermeni "soykırımı" üzerine konuşturmayı ve böylece bu davaya siyasal bir nitelik vermeyi arzu ediyorlardı. bu konudaki çabaları şimdilik boşa çıkmış olabilir, ama sonunda gene bunu başarmayı denemeyeceklerinden fazla emin değilim.

bu benim için bir önsezi değil, kesin bir kanı; zira, bu tür davalarda hep böyle olur. nitekim psikolog-bilirkişi, huzurunuzda sanıkları sözkonusu suça iten belli bir "tutkulu idealizm"'den söz etti ve onlar da aynı " soykırımı" nın sorumlularına karşı intikam hırsıyla dolu olan çocukluklarını anlattılar, işte size bu konudan, "soykırımı "konusundan sözetmek için geldim.

ben, ne tarihçiyim, ne de etnolog. hukukçuyum. inanıyorum ki öncesi ve sonrasıyla birlikte 1915 olaylarının hukuki yönü, bu olaylara ilişkin olarak toplu bir intikam duygusundan kaynaklandığı iddia edilen her suçun tahlili bakımından önemlidir. cezasız kalmış bir haksızlık üzerine dünyanın dikkatini çekme gerekçesi sözkonusu olduğu zaman da bu tahlil gereklidir.

bir hukukçu olarak, özellikle bu ülkede devlet adamlarından ermeni davasına taraftar olan en sade kişilere kadar "soykırım" teriminin bu kadar kolayca kullanılır olması ve hatta hafife alınması karşısında şaşırdım. oysa bu terim belli tanımı olan bir suca ilişkindir ve o tanım ikinci dünya savaşından sonra hazırlanarak birleşmiş milletler genel kurulunun 9 aralık 1948 günlü kararıyla onaylanıp 11 ocak 1951'de yürürlüğe giren "soykırımın önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme" adlı uluslararası bir sözleşmeyle yapılmıştır. türkiye bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır.

anılan sözleşmede soykırımı suçunun tanımlanması üç unsur içermektedir. her şeyden önce ulusal, etnik, ırki veya dini bir grup bulunmalıdır. sonra bu grup, sözleşmede sayılan "grup mensuplarının öldürülmesi" eyleminden "bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi" ne kadar uzanan ve "grubun fizik varlığını sona erdirecek yaşama koşullarına tabi tutulması" eylemini içeren bazı muamelelere tabi tutulmalıdır. fakat bu suçun üçüncü unsuru daha önemlidir. sözkonusu grubu "kısmen veya tamamen yok etmek kastı" nın mevcut olması gerekir.

bu kilit ibare savaşlara, isyanlara vs. ilişkin başka amaçların sonuçları olan diğer "adam öldürme"lerden, soykırımını ayırdeder. adam öldürme fiili ulusal, etnik, ırki veya dini bir grubun üyelerini sırf bu gurubun üyeleri oldukları için açık veya örtülü bir şekilde yok etmeyi hedef aldığı zaman soykırımına dönüşüyor. sayılarının büyüklüğü, ancak gruba yönelik böyle bir kastın belirtisi olarak ele alınabilirse anlam kazanır. bu nedenledir ki, vietnam savaşma ilişkin russel mahkemesi vesilesiyle soykırımından sözeden sartre'm dediği gibi, böyle bir kastın örtülü bile olsa varlığını kanıtlamak için objektif olayları incelemek gerekir.

ermeni sonunu ile ilgili olarak bu konuda bir sonuca varmak için üç grup olguyu saptamak yeterlidir.

birinci olgu grubu, onbirinci yüzyıldan ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, ulusların tarihinde bir başka benzeri görülmeyen, anadolu türk ve ermeni halklarının barış içinde birlikte yaşadıkları sekiz yüzyıllık döneme ilişkindir. anadolu'nun türkler tarafından fethinden milliyetçilik çağına kadar kaydadeğer hiçbir uyuşmazlık, hiçbir silahlı çatışma bu iki topluluğu karşı karşıya getirmedi. bütün dünya tarihinde birbirinden bu kadar farklı diller konuşan ve biribirine bu denli zıt dinsel inançlara sahip olup da bu kadar uzun süre böylesine barış içinde yaşayan iki başka halk gösterilemez. biz böyle istisnai bir birlikte yaşamayı mümkün kılan türk halkının bu hoşgörüsünden gurur duyarız. bu durum her iki halkın günlük yaşamında sonuçları bugün de süren derin bir kültür alışverişi sağladığı için daha da dikkat çekicidir. örneğin ermeni soyadlarının çoğu ermenice ek alan türkçe sözcüklerden (çoğu kez meslek adlarından) yapılmıştır. buna karşılık, bugünkü türk sanatındaki ve müziğindeki sanatçılar ve besteciler arasında ermeni asıllı birçok kişi vardır.

ikinci olgu grubu, özellikle 1915 olayları ile onlardan hemen önceye veya sonraya ait olanlarla ilgilidir. ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, osmanlı devleti'ni oluşturan çeşitli etnik gruplar için milliyetçilik dönemidir. bu düşünce akımı, her milleti imparatorluk topraklarının bir kısmı üzerinde kendi devletini kurmak amacıyla silahlı mücadeleye iter. birçoğu, neredeyse hepsi, bunu başarır.

ermeniler hariç onların mücadelesi, bir temel konuda öbür milliyetçiliklerden farklıdır. sanatkar ve zanaatkar, sultanın saltanatına sadık ve çalışkan bir halk olan ermeniler anadolu'ya ve hatta imparatorluğun avrupa'daki topraklarına yayılmışlardır. böylece, türklerin doğu anadolu'ya girmesinden önce oturdukları topraklardaki çoğunluğu kaybetmişlerdi. sonuç olarak, ondokuzuncu yüzyıl sonları ile yirminci yüzyıl basında hiçbir doğu anadolu ilinde artık ermeni çoğunluğu yoktu. bugünkü modaya uygun bir terim kullanmak gerekirse, ermenilerin ermenistan adı verilebilecek belli bir toprak üzerinde bir milli bağımsızlık hareketi olmadı ve ancak ülkenin çeşitli köşelerinde ermeni gruplarının isyanları ve tedhiş eylemleri meydana geldi. kendine saygısı olan her devlet gibi osmanlı devleti de bu faaliyetlere karşı kendisini savunmak amacıyla bazen oldukça ağır önlem almak zorunda kaldı ve bu önlemler zaman zaman hayli de sert oldu.

sonra, birinci dünya savaşı başladı. 1915'de osmanlı devleti birçok cephede birden savaşıyordu. batı'da çanakkale'de itilaf devletlerinin saldırısına karşı savaşılırken ülkenin doğuşu çarlık rusyası ordularının işgal tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. rusya'nın osmanlı devletindeki dağılmayı hızlandırmak ve bundan kendi yararına çıkar sağlamak amacıyla ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı boyunca ermeni sorunuyla ilgilenen büyük devletlerden biri olduğunu unutmamak gerekir. savaş sırasında rus yöneticiler osmanlı cephe gerisindeki bölgeyi sarmak için ermeni sorununa o zamana kadar gösterdikleri ilgiden yararlandılar. böylece isyancılarla rus ordusu arasında bir işbirliği doğdu. bu ermeni ayaklanışını yönetenlerin gözünde belki de ulusal bağımsızlık yolunda gerekli bir işbirliğiydi; fakat osmanlılar için, böyle bir davranış vatana ihanetti. işte bu savaş koşulları altında, başkaldırmalar, isyanlar, karşılık vermeler ve karşılıklı öldürmeler oldu. işte o zaman hükümet şu kararı almak zorunda kaldı, l. muharip birliklerdeki ermeni askerleri geri hizmet birliklerine aktarmak; 2. savaş bölgesindeki ermeni halkı güney doğu anadolu'ya ve o dönemde imparatorluğun bir parçasının oluşturan bugünkü suriye'nin kuzeyine doğru kaydırmak. bu önlemler birliklerin güvenliğini sağlamak ve ordunun ikmal yollarını güvenlik altına almak için zorunlu idi.

zor bir kaydırma oldu bu. bütün ermeni nüfusu çok dağlık ve çorak bir bölgenin bir uçundan öbürüne nakletmek çok güç koşullar altında gerçekleşti. taşıma araçları bulunmadığı için, çoğu zaman yerleri değiştirilenler uzun mesafelere yaya gitmek zorunda kalıyorlar, devlet otoritesine boyun eğmeyen aşiretlerin saldırılarına ve hırpalanmalarına maruz kalıyorlardı.

ayrıca askerlerle birlikte bütün sivil halkı kıran kıtlıkların ve salgınların yaşandığı bir dönemdi. koşulların zorluğu yanında hükümet emirlerini yerine getirmede gayretkeşlik eden bazı yöneticilerin de bazen yer değiştirenlerin korunması için gerekli önlemleri alma zahmetine katlanmadıkları oluyordu. kısacası, anadolu'nun bu bölgesinde o tarihte bir insanlık trajedisi yaşandı, fakat her iki taraftan yüzbinlerce kurban veren ve karşılıklı acı çekilen ortak bir trajedi sözkonusuydu.

fakat bu dram soykırımı adım alabilecek bir dram değildir. zira soykırımının asıl unsuru, yani sırf ermeni olduğu için ermeni etnik grubunu yoketme kastı eksiktir. sözkonusu olan düzensizliğin ve karışıklığın hüküm sürdüğü, can çekişen bir imparatorluk bünyesinde, silahlı çatışma koşullarında kararlaştırılmış bir savaş eylemidir. ermeni unsurunun başka bölgelere naklinin sonuçları, ilk bakışta, 1948 andlaşmasının aradığı koşullara uyar gibidir. grup üyeleri öldürülmüştür ama daha çok yerel aşiretlerin sorumsuz kişileri tarafından. evet maddi ızdıraplar yaşanmıştır, ama bu özellikle savaşın yakıp yıktığı bir ülkenin coğrafi ve iklim koşullarından kaynaklanmıştır. yetim kalan ermeni çocukların müslüman ailelerce evlat edinildiği de doğrudur. fakat bu asla. sözleşmenin deyimiyle "bir grubun çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi" amacıyla yapılmamış, aksine yüzyıllar boyunca anadolu ailelerini birbirine bağlamış barışçı bir birliktelikten esinlenen yardım ve dayanışma anlayışıyla olmuştur. bütün bu olaylar dizisinde bir kavmi kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak kastı yoktur. çünkü ermeni kaynaklar, ülkenin cepheden uzak bölgelerindeki ermenilerle istanbul ve izmir gibi büyük merkezlerinde oturanların aynı önlemlere tabi tutulmadıklarını kabul ediyorlar. öte yandan, birçok ermeni asıllı memur ve hatta kaymakam, ülkenin doğusunda meydana gelen olaylara rağmen görevlerinin basında kalmışlar ve böylece, osmanlı devletinin gayrimüslimlere devlet kapılarını açma geleneği eskisi gibi devam etmiştir. gerçekten osmanlı bürokrasisinde birçok bakan, büyükelçi (hatta berlin, viyana vs. gibi önemli başkentlerde) ve yüksek memur olarak görev alan birçok ermeni olmuştur.

doğu anadolu'ya gelince, elimizde, başka bölgelere nakledilenlerin güvenliğini ve korunmasını sağlamak için, çetin bir savaşın korkunç koşullarına rağmen idare makamlarınca çaba gösterildiğini belgeleyen, osmanlı arşivlerinde mevcut olup bir kısmı yeni yayınlanmış olan sayısız belge, mektup, telgraf, genelge vs. var. yöneticiler bazı durumlarda başarısız kalmış olabilirler. fakat bu başarısızlıklar, bütün devlet mekanizmasının yahudi ırkının topyekün imhasına yöneltildiği hitler'in soykırımıyla karşılaştırılabilecek bir soykırımın kastının varlığına delil olarak değerlendirilemez.

"türkler tarafından gerçekleştirilen ermeni soykırımı" suçlamasını çürütmeye yarayan olgulardan üçüncü grubu bugünkü türkiye'de türk halkı ile ermeni azınlık arasındaki uyumlu ilişkiler oluşturuyor.

bu ilişkilerin niteliğini anlamak için dışarıda yaşayan son üç kuşak ermenilerin özelliklerini hatırlamak ve onların yazgılarını türkiye ermenilerinin yazgısıyla karşılaştırmak gerekir.

ilk kuşak, yakınları birinci dünya savaşı olaylarında mağdur olup acı çeken ve osmanlı devletinin çöküşünden önce veya çöküşü sırasında ülkeyi terketmek zorunda kalanlardan oluşan göçmenlerdir. bu ermenilerden bazıları öç alma düşüncesiyle ve çekilen acıların karşılıklı olduğunu unutarak, eski osmanlı yöneticilerine karşı saldırılarla bireysel tedhiş eylemlerine giriştiler.

yurt dışındaki ikinci kuşak ermeniler, kendilerini kabul eden yeni toplumlarla bütünleşen, sanatkar ve çalışan bir millet olarak olağanüstü yetenekleri sayesinde yeni ortamda kendilerine yer yapan, orada huzur ve hoşgörü bulan, uyum sağlayanlardan oluşuyor. üçüncü kuşağın, yani bugün dışarıda yaşayan ermeni gençlerinin bir kısmını yeniden şiddet eylemleri yoluyla ulusal bir kimlik kazanma peşinde koşmaya iten asıl neden bu ikinci kuşağın durumudur. üçüncü kuşağın tedhişindeki amaç, geçmişin unutulmasını, artan bütünleşmeyi ve ermeni kültürünün kaybolmasını önlemektir. ne yazık ki, bu gençler kişiliklerini ispatlamak için şiddet yolunu, yani en kolay yolu seçtiler. başvurdukları tedhiş eylemleri onlar bakımından kuşkusuz birçok tehlikeyi de içeriyor. fakat ermeni kimliğini sürdürmek için harcanması gereken gerçek kültürel ve düşünsel çabalarla karşılaştırıldıklarında, bu eylemler aslında çok kolaycı ve kısır bir seçeneği temsil eder.

buna karşılık, türkiye'de yaşayan üçüncü kuşak ermeniler böyle bir kimlik bunalımı geçirmiyor. zira hepsi, şimdi de osmanlı devleti bünyesinde birlikte barış içinde yaşadıkları dönemdeki gibi ermeni kavminin özellerini sürdürmek için gerekli bütün olanaklara sahip bulunuyorlar. ayrıca, sahip oldukları dinsel azınlık hakları, 1923'de imzalanan ve aslı fransa nezdinde muhafaza edilen uluslararası bir andlaşmayla, yani lozan andlaşmasıyla güvence altına alınmıştır. türk halkı ile ermeni azınlığı arasında kültürel alış veriş bugün de sürmekte ve her iki topluluk kinsiz bir barış ortamında aynı yaşam tarzım paylaşmaktadır. 1980'den önce türkiye'yi önüne katip sürükleyen terör akımı sırasında bile türkiye ermenilerinin asla şiddet eylemlerine girişmemesi dikkate değer bir durumdur. meydana gelen bazı bireysel olaylar ise, yurt dışında eğitilip yetiştirilmiş ermenilerin eseridir. kudüs'deki meşhur "papaz okulu" olayı bu genel çerçeve içinde değerlendirilmelidir. fransız basınına göre, sanıklardan biri türkiye'de ermeni okulunun bulunmamasından "kudüs'te eğitim yapmak zorunda kaldığını" söylemiş. sayın başkan, öğrenimin ermenice yapıldığı ve taşıdıkları ermenice isimlerden kimlikleri kolayca ayırdedilebilir 19 anaokulu, 20 ilkokul, 9 ortaokul ve 5 liseden bazılarını size örnek olarak zikretmeme izin veriniz. bezezyan anaokulu ve ilkokulu, vartuhyan ilkokulu, semerciyan cemeran anaokulu ve ilkokulu, karagözyan ilkokulu, aramyan uncuyan ortaokulu, bezciyan ortaokulu, sahakyan nunyan lisesi, eseyan lisesi, gebrenagan lisesi vs.

yurtdışında bulunan genç ermeni teröristlerin başlıca hedefi türk halkı ile ermeni cemaati arasındaki karşılıklı hoşgörüyü ve birlikte barış içinde yaşamayı sona erdirebilmek olmuştur. fakat şu ana kadar ki bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlanmış ve ne türk halkı, ne de türk hükümeti, türkiye ermeni cemaatine karşı şiddet eylemlerine başvurmuştur.

buna rağmen ermeni terörü sürüp gidiyor ve yetmiş yıl önceki "soykırım"ın dan söz edilmeye devam ediliyor. neden? çünkü soykırımı insanlığa karşı bir suçtur ve yukarıda değindiğim andlaşmada "bir devletler hukuku suçu" olarak tanımlanmaktadır. soykırımından sözederek dünya kamuoyunu etkilemek ve bir devlete, bir millete, bir halka karşı harekete geçirmek kolaylıkla mümkündür. ayrıca bu, zaman aşımına uğramayan bir suçtur; yani ne zaman işlenirse işlensin cezalandırılması gerekir. demek ki bu suçun sanıkları nerede ve ne zaman olursa olsun cezalandırılmalıdır ve ermeni teröristlerin gözünde bu suç bütün türk milletine yüklendiğinden, türk devletinin temsilcileri ve hatta bütün türk vatandaşları cezalandırılmalıdır. bu yüzden olayların meydana geldiği tarihte ana ve babaları bile dünyaya gelmemiş genç diplomatlar veya ülkelerine dönmek için kendi ulusal hava yollarının uçağına binen sıradan işçiler hedef seçilmiştir.

işte bundan dolayıdır ki, ermeni teröristler tarihi saptırmayı ve savaş koşulları içinde birlikte yaşanan bir faciayı soykırımı olarak nitelendirmeyi tercih ediyorlar. bu da kendilerince tedhiş suçları işlemek için bir bahane sağlamış oluyor. fakat birleşmiş milletlerce yapılan sözleşmedeki tanımlama ulusal, etnik, ırkî veya dini bir grubun üyelerin, sadece bu grup üyesi oldukları için kısmen veya tamamen yok etme amacından söz ettiğine göre bu tedhiş eylemlerinin kendileri "soykırımsal" bir nitelik kazanıyorlar, türkleri türk oldukları için öldürmek ve türkleri taşıyan türk hava yollarının bir uçağı olduğu için bir uçağa bomba yerleştirmeye çalışmak, işte "soykırımsal" bir eylem sayılması gereken hatta soykırımın ta kendisi olan budur.

teşekkür ederim sayın başkan.

sorular ve yanitlari

av. verges: profesör mümtaz soysal'ı doğu anadolu'daki bir buçuk milyondan fazla ermeni'nin hayatına mal olan "soykırımı" nın "en sinik" yorumunu vermekle suçluyor. sonra, belçikalı bakan baron de brouckere'in kitabından pasajlar okuyarak anılan olaylara ilişkin feci tasvirler konusunda profesörün ne düşündüğünü soruyor.

prof. mümtaz soysal: ermeni davasını savunan yazarların kitaplarından böyle parçalar seçmek çok kolay . ben de aynı şeyi yapabilir ve huzurunuzda ülkenin aynı bölgesinde ermenilerce toplu olarak öldürülmüş türkleri anlatan kitaplardan sayfalarca okuyabilirdim. biz de size rakamlar konuşturabiliriz. osmanlı nüfus sayımlarından çıkan ve büyük avrupa devletlerinin konsolosluk raporlarıyla doğrulanan rakamlara göre imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan ermenilerin toplam sayısı 1.300.000'i geçmiyordu. demek ki devletin dört bir yanında yaşayan ermeni cemaatindeki herkesin topluca öldürülmesi anlamına gelecek iç karartıcı bir varsayımdan hareket etsek bile "birbuçuk milyon ölü" den sözetmek anlamsızdır. ayrıca, ben de size, osmanlı yöneticilerine o kadar haksızlık etmeyen olayları bir başka biçimde ele alan yabancı yazarlardan alıntılar yapabilirim. size türk halkının ve askeri makamlarının "dürüst davranışı''ndan sözeden ve önsüzünü müttefik işgal kuvvetleri komutanı mareşal franchet d'esperey'nin yazdığı fransız binbaşısı larcher'nin "dünya savaşında türk savaşı" isimli kitabını zikredebilirim. bütün bu olayların büyük bir imparatorluk çökerken, böyle bir çöküşün tam kargaşasıyla birlikte meydana geldiğini unutmamak gerekir. şüphesiz, gayretkeşlikle yetkilerini aşan yöneticiler de olmuştur. ama onlar, savaştan sonra osmanlı mahkemelerince soykırımını amaçlayan bir hükümet siyasetinin uygulayıcıları olarak değil, fakat kendi aşırılıklarının sorumluları olarak cezalandırıldılar.

av. verges: lord bryce'ın kitabından türklerin zalimliğine ilişkin bir pasaj zikrettikten ve 1915 olayları sırasında, istanbul'daki amerika birleşik devletleri büyükelçisi mr. morgenthau'nun eserinden bir parça okuduktan sonra, bu metinler hakkında profesör soysal'ın görüşünü soruyor.

prof. mümtaz soysal: sayın başkan, demin belirttiğim gibi, huzurunuza bir yığın kitapla gelmemize izin verilseydi, az önce okunanın tam aksini anlatan alıntılar yapabilirdik. fakat türkler aleyhine ve ermeniler lehine eser sayısının çok olduğu da doğrudur. bir soykırımı kanıtlamak için herşey yapıldı; sahte iddialara, sahte ve tahrif edilmiş belgelere dayanıldı. morgenthau'ya gelince kendisinin ve kendisinden sonra müttefik işgali sırasında istanbul'da bulunan haleflerinin anılan "soykırımı" konusunda osmanlı yöneticilerini sorumlu gösterecek kesin delilleri elde etme olanağına sahip bulunduklarını hatırlatmak gerekir. unutmayalım ki arşivler işgal kuvvetlerinin denetimi altına geçtiği zaman bile hiçbir şey kanıtlanamamıştır.

av. verges: mr. morgenthau'nun savaş sonrasında istanbul'da bulunmadığını belirterek bu kere alman misyoner doktor lepsius'u zikredip profesör sosyal'ın bu konuda ne düşündüğünü soruyor.

prof. mümtaz soysal: savaş halinde olan bir ülkede büyükelçi olan mr. morgenthau istanbul dışına adımını bile atmamıştır ve raporları çoğu ermeni asıllı tercümanları ile misyonerlerin verdiği bilgileri yansıtır. doktor lepsius da bir misyonerdi. az önce okunan pasajda osmanlı imparatorluğundaki musevilerden sözettiğini farkettim. bu konuda, sayın başkan, bir şey söylememe izin veriniz: yakında birkaç yıl içinde, ispanya'dan kaçan yahudilerin türkiye'ye sığınışlarının beşyüzüncü yıldönümünü kutlayacağız. engizisyondan ve dini cezalandırmalardan kaçan bu insanlar gayrimüslim toplulukların kendilerini yönetmelerine dayalı bir yönetim sistemi içinde huzur ve güven sunan osmanlı devletinin topraklarına sığındılar. biz imparatorluğun musevi ve hristiyan haklara karşı hoşgörüyle dolu geçmişinden ve sisteminden ancak gurur duyarız.

av. bourguet: profesör soysal'ın hukuki bir açıklamada bulunma yerine siyasi bir konuşma yaptığını iddia ederek. ikinci dünya savaşından sonra yürürlüğe girmiş bir uluslararası sözleşmeden söz etmenin ceza hukukundaki geri yürümezlik ilkesinin gerisine sığınmak olduğunu ileri süren bir suçlamada bulunur. ayrıca soysal'dan konuşmasında ermeni "halkı"nı belirtmek için neden "ermeni unsur" terimini kullandığını sorar.

prof. mümtaz soysal: soykırımın önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme'nin 1948 tarihli olması tartışmamızla hiç ilgili değil. benim bu sözleşmede verilen tanımlamadan yararlanarak açıklamaya çalıştığım şey, ondukuzuncu yüzyılın sonundan birinci dünya savaşı sonrasına kadar uzanan bir tarih kesiti içindeki olayların gerçek niteliğidir.

bu sözleşmenin tanımlamasını temel ölçüt olarak alıyor ve doğu anadohi'daki türk ermeni halklarının ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın varlığını da kabul ederek sözkonusu olaylarda osmanlı yöneticilerine yüklenebilir bir soykırımı suçunun bulunmadığını söylüyorum.

biz kendi tarihimizle hesaplaşmaya ve hatta daha sonra "suç" olarak tanımlanan bir durum varsa onun bile sorumluluğunu üstlenmeye hazırız. bu sözleşmenin geriye yürümezliği ya da yürürlüğü hakkında hukukçular arasında bir tartışma olduğunu iyi biliyorum. hatta, soykırımı terimi ikinci dünya savaşından sonra "üretilmiş" bir terim olmasına rağmen, gerçekte sözleşmenin insanlık tarafından daha önce mahkum edilen bir suçun varlığını doğruladığı ölçüde zaten var olan hukuku "açıklayıcı" nitelikte olduğu savunulabilir. geçmişe yürüyüp yürümemesi buradaki tartışmamızın esasını değiştirmez; çünkü tarihi olaylar böyle bir suçun varlığını kanıtlar nitelikte değildir.

"ermeni unsuru" terimine gelince, sayın başkan, size bunun kullandığını tek terim olmadığını hatırlatmak isterim. ermenilerden söz ederken kavim, halk, azınlık vs. gibi başka terimler de kullandım. kullanılan terim hukuki tartışmanın esasını hiç değiştirmez. sözleşme, bir kavim, bir halk, bir azınlık veya dilerseniz bir millet anlamına gelebilen bir "grup" tan söz etmektedir. osmanlı imparatorluğu ermenileri şüphesiz sözleşmenin anladığı anlamda bir grup oluşturuyordu. fakat anlatmaya çalıştığım konuyla, yani özellikle bu gruba karşı işlenmiş bir soykırımı suçunun mevcut olmayışıyla bu hususun herhangi bir ilişkisi yoktur.

av. bourguet: anadolu'da yaşayan "kürtlerin" sayısını soruyor.

prof. mümtaz soysal: bu soru ile tartışmamız arasında bir ilişki görmüyorum, fakat ima edilmek isteneni gayet iyi anlıyorum. türkiye ırk, din veya dil ayrımı yapmaksızın yasa önünde yurttaşların eşitliği üzerine kurulmuş, bütünlük ilkesine dayalı bir cumhuriyettir. türkiye cumhuriyetinde anadili türkçe olmayan yurttaşlar vardır. fakat yurttaşları arasında konuştukları dile göre ayrım yapmayan bir devlette bu noktanın hukuki bir sonucu yoktur ve özellikle bu ilkeyi güçlendirmek için son nüfus sayımları sırasında anadile ilişkin soru bile, sorulmamıştır. bu yüzden bir rakam vermek imkansız. bu size fransa'daki breton sayısının sorulmasına benzer. siz ne rakam verirdiniz? bretanya bölgesinin tam nüfus sayısını mı? fakat bu nüfusun hepsi breton değildir. yoksa fransa'nın dört bir yanında yaşayan breton asıllı insanların sayısını mı? fakat bu konuda da bir rakam vermek, çeşitli akrabalık dereceleri ve köken kavramındaki farklı yaklaşımlar nedeniyle imkansızdır.

hukuki açıdan konuşursak, bugünkü türkiye cumhuriyetinde, azınlık terimi, sadece lozan andlaşmasıyla azınlık olarak kabul edilen gayrimüslim üç cemaati kapsar. bunlar rum ortodoks, ermeni ve musevi cemaatleridir. böylece, ülkenin anayasal düzeni ile bütün yurttaşlara sağlanan güvenceler yanında azınlıkların hakları uluslararası bir andlaşma ile ayrıca güvence altına alınmıştır.

av. bourguet: "dağ türkleri" deyiminin anlamını soruyor.

prof. mümtaz soysal: çeşitli ırklara mensup yurttaşlar yönünden türkiye cumhuriyetinin tutumunu küçük düşürmek için bu deyimin yurt dışında dilden dile dolaştığını biliyorum. fransa'da olduğu gibi türkiye'de de türk yurttaşlığı, kavmi veya ırki değil, hukuki bir kategoridir. etnik köken ile hiçbir ilgisi yoktur ve etnik köken hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. avukat bourguet'nin değindiği deyim, türkiye'de kullanılmamakta fakat alay edercesine bazen yabancı eserlerde zikredilmektedir. belki de cumhuriyetin ilk yıllarında etnik düşmanlıkların izlerini ortadan kaldırmak için de kullanılmıştır. şayet böyle ise, bu ancak övgüye değer bir davranış olabilir. fakat o deyim bugünün türkiye'sinde geçerli olan bir deyim değildir.

av. bourguet: 1915 mağdurlarının sayışma ilişkin tartışmaya değinerek, bu sayının küçültülmesiyle suçun işlenmemiş sayılması yolunda bir gerekçe oluşmadığını ve bazı insanların ölümünden kurtulmuş olmasıyla soykırımı veya soykırımına teşebbüs suçunun yokluğuna hükmedilemeyeceğini söylüyor.

prof. mümtaz soysal: eğer suç mevcut ise, mağdur sayısının az veya çok olması suçun niteliğini elbet değiştirmez. zaten bu nedenledir ki bütün konuşmam boyunca sayı sözü etmekten kaçındım. kanıtlamaya çalıştığım husus osmanlı devletinin sorumlularında ermeni kavmini hedef olan ve bir kavmin insanlarını kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelen bir kastın bulunmayışıdır. sorunun özünü bu oluşturuyor. böyle bir kast bulunmaksızın karşılıklı olarak yaşanmış bir insanlık faciasının varlığını kabul etmek soykırımını kabul etmek anlamına gelmez.

av. bourguet: türkiye'nin "soykırımı"nı kabul etmemeyi sürdürüş nedenini soruyor ve özellikle hukuki sonuçları bakımından türkler için soykırımı ile katliam kavramlarını arasındaki fark konusunda bilgi edinmek istiyor.

prof. mümtaz soysal: önce konuya bir açıklık getirmek gerek, zira hukuk herşeyden önce kavramların belirgin olmasını ister. "türklerin ermeni soykırımı" kavramı yerine "türklerin ermeni katliamı" kavramını kullanmış değilim. hayır, birbiri karşısında konması gereken iki kavram, bir yanda "türklerin ermen soykırımı" kavramı ile öte yandan "başkaldırma, isyan, karşılıklı öç alma ve öldürme gibi eylemleri içeren ve tarihin belli bir döneminde iki topluluk arasında birlikte yaşanmış olan facia" kavramıdır.

eğer sayılardan konuşmak gerekseydi, ben de ondokuzuncu yüzyıl sonundan birinci dünya savaşının ertesine kadar olan aynı dönemde büyük çoğunluğu doğu anadolu olaylarında olmak üzere hayatlarını yitiren iki buçuk milyon türkten sözedebilirdim. hiçbir şeyi inkar etmiyorum. tarihi olayları gözlemliyor ve belli bir etnik grubu sırf o etnik grup olduğu için yok etmek kastının bulunmadığını belirtiyorum. bu koşullarda bir soykırımın varlığını kabul etmek gerçeğin aksini kabul etmektir. ayrıca bu geçmişi başka dini topluluklara karşı hoşgörü ve iyi niyet örnekleriyle dolu türk halkı için bir aşağılamayı bir hakareti kabul etmek anlamına gelir. bu aynı zamanda, bütünlük ilkesine dayalı bir cumhuriyet çerçevesinde bugün de ülkesi üzerindeki ermeni topluluğu ile barış içinde birlikte yaşamayı sürdürmek isteyen bir millete hakarettir. öte yandan bunu kabul etmek tek yanlı bir propagandanın sonuçlarını ve iki halk arasındaki düşmanlığın sürekliliğini kabul etmek anlamına gelir. biz ermenilere karşı toplumca hiçbir kin beslemiyoruz. bir soykırımını kabul etmek, dünyanın din kavgalarıyla parçalandığı bir dönemde bile bu bakımdan lekesizliğini koruyan türk halkının toplu olarak tarih önünde özür dilemesinin gerekliliğini kabul etmek olur. aynı şekilde, bu şimdiki türkiye cumhuriyetinin ülkesi üzerindeki toprak iddialarını da kabul etmek anlamına gelir. anadolu geçmişte birçok ulusun ve birçok uygarlığın beşiği olmuştur. bugün ise türklere ve türkiye cumhuriyetine aittir. soykırımı zaman aşımına uğramayan bir suç olduğundan bugünün ermeni gençleri bu cumhuriyeti ve onun vatandaşlarını cezalandırma hakkını kendilerinde görüyorlar. insanlık böyle bir öç alma ve cezalandırma anlayışım kabul edemez. sözkonusu olaylar yetmiş yıl önce meydana geldi. karşılıklı düşmanlıkları yeniden canlandırmak maksadıyla tarihin bu sayfalarını karıştırmak boşunadır. bu sayfaların varlığını kabul etmek, her tarihçinin, hatta her dürüst insanın ahlaki görevidir. fakat, bunları tek taraflı yorumlayarak sözkonusu halklardan yalnızca birini suçlamak, bütün insanlığın ortak vicdanınca kabul edilemeyecek bir tutumdur.

av. bourguet: osmanlı hükümetinin dahiliye nazırı talat paşa'ya atfedilen 1915 tarihli bir telgraf okuyarak kendisine göre soykırımının varlığını kanıtlayan bu belgenin gerçek olup olmadığını soruyor ve bu konuda bilgi istiyor.

prof. mümtaz soysal: bu telgraf sahtedir. bugün birçok propaganda kitabına basılan bir fotoğrafın fotoğrafıdır ve aslı mevcut değildir. çünkü aslı 1921'de berlin'de talat paşa'nın öldürülmesine ilişkin tehlirian davası sırasında bir kitap yayınlayan andonian isimli biri tarafından sahte olarak imal edilmiştir. berlin mahkemesi bu kitapta yayınlanan metnin ve öbür belgelerden hiçbirinin gerçekliğini asla kabul etmedi. fakat bu yayın kamuoyunu etkiledi ve katil beraat etti. osmanlı îdaresinde küçük bir memur tarafından andonian'a satılmış olduğu iddia edilen bu belgeler halep valisince "imzalanmış" notları içermektedir. fakat valinin imzası osmanlı arşivlerine göre gerçekte oradaki imzadan tamamen farklıdır. ayrıca sahte belge düzenleyicisinin miladî takvimle rumî takvimi birbirine çevirmekte tam usta olmayışından kaynaklanan tarih hataları da mevcuttur.tekrar ediyorum ben tarihçi değilim;
fakat telgraflarda kullanılan şifre sistemine, osmanlı belgelerinin başlığına ve küçük ayrıntılara ilişkin başka hatalar türk tarihçileri tarafından özenle kanıtlanmış ve yayınlanmıştır. belgeler böylece, kendilerine mal edilen bütün değeri yitirmiş ve hatta siyasal davalar için tarih saptırma amacıyla sürdürülen sahtecilik çabalarının birer örneği olmak durumuna düşmüşlerdir.

av. bourguet: türk tarafının özellikle bu tür çabaları başarısız kılmak için osmanlı arşivlerini niçin yabancıların yararlanmasına açmadığını soruyor ve türk makamlarının ermeni sorunu konusunda hüküm vermek üzere ekim 1984'de paris'te toplanan halklar daimi mahkemesine belge sunmayı reddetmiş olmalarını vurguluyor.

prof. mümtaz soysal: osmanlı arşivleri sınıflandırma ve koruma gereklerinin izin verdiği ölçüde her milletin iyi niyetli bilginlerin yararlanmasına açıktır. şüphesiz özellikle böylesine tartışmalı bir sorun söz konusu olunca, geçmişin mirasını korumak için bazı önlemlerin alınması da zorunludur. osmanlı arşivlerinin incelenmesi arşivlerin dili ve okunması zor milyonlarca belge içermesi nedeniyle olağanüstü bir uzmanlık ister. ermeni sorununa ilişkin olarak bir avuç türk uzmanınca yayınlanmış olanlar bile, uzun süredir yayılıp söylenenin tam aksini kanıtlamaya yeterli olmuştur. demek ki, düşünülenin aksine osmanlı arşivlerini bilim çevrelerinin incelenmesine açmakta türkiye'nin büyük çıkarı vardır.

halklar daimi mahkemesine gelince, türk makamlarının yasalara uygun biçimde kurulmuş mahkemelerce resmi yoldan istenilen belgeleri göndermeye hazır olduğunu sanıyorum. örneğin ağır ceza mahkemenizce resmi bir belge veya görüş istenildiği takdirde, bu istem mutlaka süratle yerine getirilir. fakat, halklar daimi mahkemesi, düşünsel yetenekleri ne olursa olsun özel sıfatlarıyla hüküm veren bireylerden oluşan bir kanaat mahkemesi olduğu için türk makamlarının ermeni davası için propaganda aracı durumuna gelme tehlikesi taşıyan böyle bir kurumla ilişkiye girmekten sakınmış olabileceklerini zannediyorum.

av. zavarian: türk ve ermeni halklarının barış içinde sekiz yüzyıl süreyle birlikte yaşamalarına ve ermeni topluluğunun özelliklerine ilişkin olarak profesör soysal'ca söylenenlere değinerek türk tarafının "köylü" yönünün ermenilerin "sanatkar" tarafıyla zıtlık oluşturduğunu göstermeye ve sorunun tahlili için bundan bazı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor.

prof. mümtaz soysal: ermeni halkının yeteneklerini överken herhangi bir karşılaştırma yapmadım. eğer bu tahlil denemesiyle türklerin ermeni komşularına göre daha az ince ve dolayısıyla şiddet eylemlerine daha yatkın oldukları söylenmek isteniyorsa, böylesine onur kırıcı bir imajı kesinlikle reddederim. halkına hakaret edilmesine izin veremem.

av. zavarian: bu kez 24 nisan 1915 tarihinin türkler için ne anlama geldiğini soruyor.

prof. mümtaz soysal: sayın başkan, herşeyden önce, bu tarihin ermeni davasının savunucuları için ne anlama geldiğini açıklamama izin veriniz. onlar için, bu "soykırımı" nın başlangıç tarihidir. demek ki her yıl anılması gereken bir tarih. insanlığı karşı işlenmiş bir dizi suçun başlangıcını oluşturduğundan bu tarihin bütün halklarca hatırlanmasını istiyorlar.

aslında, bu tarihte tam olarak ne oldu? bu tarih, osmanlı hükümetinin ermeni devrim komiteleri yöneticilerinin yakalanması ve vatana ihanet suçundan askeri mahkemeler önüne çıkarılması emrini verdiği gündür.

av. zavarian: o tarihte, 650 ermeni aydın, yazar, şair, doktor, avukat, bilgin, din adamı ve siyaset adamının "consfantinople"de tutuklandığını, sonra sürgüne gönderilip öldürüldüğünü belirterek bütün bunların bir soykırımın delili oluşturup oluşturmadığını soruyor.

prof. mümtaz soysal: herşeyden önce kentin adı "constantinople" değil, türkler için her zaman olduğu gibi istanbul'dur. öte yandan ermeni aydınlar, ermeni ya da aydın oldukları için tutuklanmadılar; tutuklanmalarının nedeni doğu illerine düşmanla işbirliği ve başkaldırma emrini vermiş olan komitelerin yöneticileri olmalarıydı. işgal tehdidine karşı koyan savaş halindeki bir ülke hükümetinin başka türlü davranabileceği düşünülemez. bu yöneticiler öldürülmedi, fakat sadece ülkenin iç kısımlarına, orta anadolu illerine nakledildi. aralarında bazılarının savaş zamanında kabul edilemeyecek bir ihanetten yargılanıp bunu hayatlarıyla ödemeleri de hiç şüphesiz, bir soykırıma delil sayılamaz.

av. zavarian: doğu vilayeti erindeki ermenilerin nakledildikleri yerleri soruyor.

prof. mümtaz soysal: "halklar daimi mahkemesi" ne sunulmuş bütün raporları içeren ve sık sık atıfta bulunduğunuz "suskunluk suçu" adlı o sarı kitabı ben de biliyorum. bir nüshası da şimdi cebimde. bu kitabın 6 ya da 8 inci sayfasında nakledilen ermeni kafilelerinin izledikleri yollar oklarla gösterilmiştir. bu intikalin ülke sınırları içerisinde, aynı ülkenin güney doğusuna doğru yapıldığına dikkat etmek gerekir. demek ki kelimenin ikinci dünya savaşında kazandığı anlatımda bir tehcir sözkonusu değildir.

av. zavarian: almanların da iki milyon yahudiyi yok etmek üzere tehcir ettikleri halde "tehcir" kelimesini asla kullanmadıklarına dikkat çekiyor.

prof. mümtaz soysal: avukatın bu sözüyle neyin amaçlandığını gayet iyi anlıyorum. önceki davaların senaryosu burada da tekrarlanıyor. bundan sonraki adım, hiç kuşkusuz, ikinci dünya savaşı basında hitler'e atfedilen "herşey bir yana, bugün ermenilerin yok edilişim kim anımsıyor" şeklindeki meşhur cümlenin zikredilmesi olacak. oysa bir ingiliz gazetecisi tarafından hitler'e maledilen bu cümlenin hitler tarafından asla söylenmemiş olduğu, sonraları özellikle amerikalı araştırmacı heath lowry tarafından kesinlikle kanıtlanmıştır. nürnberg mahkemesince kabul edilen belgeler de böyle bir cümle içermiyor. bu konuya değinen tek belge ise o uluslararası mahkemece inandırıcı delil olarak kabul edilmedi. dünyadaki musevi kamuoyunu türkiye'ye karşı seferber etmek ve türklerle hitler'i aynı kefeye koyarak onları dünyanın gözünde mahkum etmek amacıyla bu yönde sürekli bir ermeni propaganda çabasının bulunması dikkat çekicidir.

av. zavarian: federal alman devletinin alman halkı adına resmen özür dileyişine ve bu davranışın almanya ile israil arasındaki ilişkilere yaptığı olumlu etkiye değiniyor.

prof. mümtaz soysal: işte ermeni davasında ermeni teröristlerinin güttükleri nihai amacı iyi gösteren bir örnek daha. türk hükümetlerini sözde "soykırımı" nın varlığını kabule zorlamak ve buradan hareketle, almanya ile israil devleti arasındaki olayda olduğu gibi hayali bir ermeni varlığına tazminat ödemeye zorunlu kılmak isteniliyor.

bu tam bir hayaldir, işlenmemiş bir suç için dünyada hiçbir şiddet, hiçbir terör bize özür diletemez. bu konuda israil iyi bir örnek oluşturamaz ve arada kurulmak istenen paralellik kabul edilmez. ne var ki, bu konudan ciddiyetle söz etmek ve dünyanın çeşitli ermeni topluluklarını gerçekleştirilemeyecek bir rüyaya itmek, ermeni halkına karşı dürüst bir davranış da değildir.

av. zavarian: le monde gazetesinden ermeni davasında yeni bir tutumun gerekliliği konusunda başbakan turgut özal'ın bir cümlesine değinen ankara çıkışlı bir haber okuduktan sonra, "soykırımı" nın sorumluluğuna ilişkin olarak resmi türk tutumunda bir değişiklikten söz etmenin mümkün olup olmadığı soruyor. ona göre, profesör soysal bu konularda uzman hukukçu sıfatıyla ve bu tür mahkemeler önünde şüphesiz bir çok defa türk hükümetini savunmuş bir kişi olarak böyle bir soruya cevap verecek durumda olmalıdır.

prof. mümtaz soysal: bu açıklama bana la fontaine'in ünlü "karga ve tilki" masalını anımsatıyor. kurnazca ifadelerle, ağzımdan resmi bir görev itirafı taşıyan ve beni hükümet sözcüsü gibi gösterebilecek olan laflar düşsün isteniyor. ben hiç kimsenin sözcüsü değilim. burada üniversite mensubu ve gazeteci olarak konuşuyorum ve bir ermeni terörizmi davasında ilk kez tanıklık ediyorum. konu hakkında başbakanın söylemiş olabilecekleri beni hiç ilgilendirmez. zaten kendisi daha sonra başka açıklamalarda da bulundu.

bu mahkeme önünde uzman tanık sıfatıyla kendi adıma söylediklerini çok açıktır. tarihi olduğu gibi kabul etmek, olayları her iki halkça karşılıklı olarak yaşandığı biçimde yerli yerine oturtmak gerektiğini ve bizim türkler olarak tarihi böylesine göğüslemekten korkmamız için hiçbir neden bulunmadığını, zira ermeni ırkını yok etmek amacıyla taammüden ve örgütlenmiş bir "soykırımı" suçlamasının tarihi olgular karşısında ayakta kalamayacağım söylüyorum. türkiye cumhuriyeti şimdiye kadar anadolu topraklarında ve komşularıyla ilişkilerinde geçmişi unutup barışı ve uyumu yemden sağlamak umuduyla bu olaylardan söz etmemeyi yeğledi. bundan dolayıdır ki, okullarımızda ermenilerin veya rumların türk halkına verdikleri acılar ve bütün bu halkların- birlikte yaşadıkları insanlık faciaları konusunda unutma ve susma yolunu seçtik. bu türk suskunluğu yetmiş yıl sürdü. fakat başkaları tarihi saptırarak bizi suçlu gösteren değişik bir tarih görüntüsü yarattılar. taraflardan sadece birinin anlattıklarına ve türklere düşman çevrelerin yorumlarına dayalı olan bu görüntü hayli yol aldı ve bütün topallığına rağmen gerçeğin ters yüz edilmesine kadar yürüdü gitti. şimdi gerçeğe yeniden dönmek gerekiyor. madem ki konuşmaya zorlandık konuşacağız.

av. zavarian: kıbrıs davasıyla ilgili olarak rumlara karşı gösteriler sonunda istanbullu hristiyan azınlıkların birtakım maddi zararlara uğramasına yolaçan 6 ve 7 eylül 1955 olaylarının nedenleri konusunda bilgi almak istiyor.

prof. mümtaz soysal: sayın başkan, bu sorunun arkasına gizlenen art niyeti sezebildiğimi sanıyorum. savunma avukatı türkün barbar ve cellat olduğunu, yakıp yıktığını ve öldürdüğünü söylemek ister gibi. bu imalı ve küçültücü tanımlama tarihin en hoşgörülü uygarlıklarından birine sahip olmaktan gurur duyması gereken bir halkın gerçek niteliklerine hiç uymuyor. uluslararası uyuşmazlıklarla ve bunların ulusal düzeydeki yankılarıyla bölünmüş olan günümüz dünyasında 1955 eylül'ündeki istanbul olayları gibi olaylara sık rastlanır. fakat olaylar içinde tek bir olayı seçmek ve bundan tek bir halkı suçlayacak sonuçlar çıkarmak, tarihi düşmanlıklarla beslenen bir kötü niyetin belirtisidir. halklar arasında böyle düşmanlık tohumları ekilmeye devam edildikçe evrensel kardeşlik asla gerçekleşemez.

sayın başkan, bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. pek sık görülen bir şey değil bu.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol