1956 doğumlu, eğitimci, iki çocuk babası..."siyaset sosyolojisi" ile ilgili çalışmaları var...siyasi danışmanlık yapar. çalışmalarının bir kısmını;http://www.filozof.tripod.com adlı sayfada yayımlar.. şiirleri çeşitli edebiyat dergileri ve çeşitli şiir sitelerinde yayımlanmaktadır...
http://www.google.com.tr/search?q=necat+%c4%b0lta%c5%9f&hl=tr&start=0&sa=n
mezopotamya
ben mezopotamya !...
asya’nın nazlı kızı.
bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı... sevgi ve kin,
öfke ve hırs,
savaş ve barış bende anlamlandı.
bende vücut buldu ruh,
tarih benimle başladı...
özgürlük göbek adımdır,
dağlarımda ve ovalarımda,
zümrüt yeşilinde
ve güneşin sihirli renklerinde,
rüzgarın o karşı konulmaz,
muhteşem ritminde bir kısrak olur,
fırat’la yarışır,
dicle’de dinginleşirim..
nemrut’ta kara kartalın kanatlarında
tanrılara meydan okurum...
eridu’da gılgameş olur, enkidu’yu ehlileştiririm,
hammurabi olur 282 ile düzen getiririm...
tanrıça iştar benimle aşık atamaz,
çünkü özgürlük ve sevdanın pınarı benim..
çünkü ben mezopotamya’yım
asya’nın nazlı ve biricik kızı...
güneş;
önce
ve en güzel bende doğar.
yayılır çekinmeden,
çırılçıplak dolanır gün boyu
ovalarımda, dağlarımda...
kah bir kelebeğin kanadında,
kah yeni doğan bir kuzunun yanıbaşında,
bazen tohuma duran bir çiçeğin tomurcuğunda
bazen de izlo’nun doruklarında akşamı getirir...
vedalaşırken batımda,
mor gecede ayın en güzel yüzüne emanet eder beni,
ertesi günde buluşmanın sevgi ve coşkusuyla...
çünkü ben mezopotamya’yım
güneşin ve ayın maşuku...
insanlarım mert ve sevecen,
çünkü benim suyumu içtiler,
ekmeklerinde, sevgiyle büyüttüğüm başaklarım
ayranlarında, sütümle beslediğim,
mis kokulu otlarımın tadı var...
çünkü onlar benim çocuklarım,
ruhları bende bedenlendi...
özgür, mağrur ve sevgi dolu....
zamansız zamanlar,
dokunulmamış zaman aralıkları,
çağlar ötesi kültürler,
atlar ve atlılar,
diller ve dinler,
gelenek ve renklerle,
çocuklarımın içindeki evrenim ben.
tıpkı;
güneşin etrafında dönen dünya gibi,
etrafımda sevgiyle, coşkuyla dönerler.
geçmiş ve geleceği,
o an yaşatırım onlara,
geçmiş ve geleceğe saplanmadan...
ateş ve su;
benim şahitliğimde evlendi,
ateş sunakları,
ilk ve en önce,
benim için yakıldı.
gündüzlerin gündüz,
gecelerin gece olduğu,
uçsuz bucaksız,
bir sığınak oldum çocuklarıma...
kıl çadırlarda,
yaşama yön veren rituellerde,
hep baş köşede oldum;
mırra;
ateşin, suyun
ve çocuklarımın
hediyesi oldu bana.
çünkü;
yiğitlik,
ahde vefa,
barış ve hoşgörü,
toprağıma ve insanıma verdiğim mayamdır...
çünkü, ben mezopotamya’yım,
asya’nın mağrur ve anaç kızı...
en iyi bağbozumları bende olur,
en iyi şarabı, en tatlı şırayı ben veririm
belki de bundandır,
benim topraklarımda aşk,
sevmek ve sevilmek,
şarap tadında olur...
bundan değilmi ki;
babil kralı nabukodonosor,
sevdası için mardin’den şamran’larla
şıra akıttı yüzlerce mil aşağılara,
bundan değilmi ki,
iskender zınnar’a ;
prenses fahriyye ve ravza cennet bahçelere,
şad buhari mardin’e yerleşir..
timur, kustus, antonius ve daha nicesi,
bu sevdanın peşinde topraklarıma kan bulaştırdılar...
ihanet ektiler topraklarıma;
kelepçe vurdular çocuklarımın gözyaşlarına...
dağlarımda ağaç bırakmadılar, çıplak kaldım,
utanırım..ele güne karşı,
utanırım.. aya, güneşe karşı
çünkü ben mezopotamya’yım,
asya’nın nazlı ve özgür kızı...
ibrahim bende doğdu,
sin mabedinde aya ve yıldızlara yakarırken doğruyu buldu...
zarathustra, mani ve yezidiliğe ben ilham oldum,
ilk hıristiyanlara ben kucak açtım
lorna ve anastisiupolis ile, islam’ın yolunu ben açtım
dermetinan’da hacı kemal,
kosar’da hoca ihsan, selman-i pak ve niceleri islam dediler;
moşe bar kifo, hanna dolabani;
hammara’da, deyru’z zafaran’da, mor mihail’de mesih demediler mi?
ekmeğim, suyum ve güneşim hepsine yetmedi mi?
yetmedi mi? zeytinim incirim ve narım...
utanırım anamdan, kardeşlerimden, çocuklarımdan
utanırım güneşten, aydan ve rüzgardan...
utanırım, aç yatan bebelerden, dedelerden,
utanırım, el kapısında iş dilenen civanlardan,
içtiği suya pislik bulaşmış analardan, babalardan utanırım..
çünkü ben mezopotamya’yım
asya’nın nazlı ve mağrur kızı...
necat iltaş
(1998)
necat iltas
karanlık
aydınlığa öfkedir karanlık,
kinin ve ölümün rengidir.
kusar ve kutsar ölümü,
yaşanılacak günlere karşı.
halbuki ölüm, nasıl olsa gelecek,
önemli olan, aydınlıkta insan gibi yaşamak...
aşka düşmandır karanlık,
bıçak gibi keser,
gecenin aydınlığını.
zemheri olur, dondurur sevgiyi,
biter sıcak yataklarda aşk...
korkuyla beslenir karanlık,
korkar...korku salar...
çarmıha gerer aydınlığı
filistin askılarında,
manyetonun kablosunda büyür korku,
kadın ve erkek uzuvlarında;
canhıraş acıların replikleriyle dolu,
işkence odalarında...
karanlık kindir,
sevdaya karşı;
gündüzün aydınlığını yırtar,
kanatır boydan boya sevgiyi,
kirli, keskin ve uzun tırnaklarıyla...
namussuzca kurulan tuzaklarda,
kahpe faklarında gizlidir,
karanlığın kirli ve onursuz eli.
mertliğe, dostluğa, sevgiye düşman,
yüzü kara, gözü kara, beyni kara...
necat iltaş (1982)
aydınlığa öfkedir karanlık,
kinin ve ölümün rengidir.
kusar ve kutsar ölümü,
yaşanılacak günlere karşı.
halbuki ölüm, nasıl olsa gelecek,
önemli olan, aydınlıkta insan gibi yaşamak...
aşka düşmandır karanlık,
bıçak gibi keser,
gecenin aydınlığını.
zemheri olur, dondurur sevgiyi,
biter sıcak yataklarda aşk...
korkuyla beslenir karanlık,
korkar...korku salar...
çarmıha gerer aydınlığı
filistin askılarında,
manyetonun kablosunda büyür korku,
kadın ve erkek uzuvlarında;
canhıraş acıların replikleriyle dolu,
işkence odalarında...
karanlık kindir,
sevdaya karşı;
gündüzün aydınlığını yırtar,
kanatır boydan boya sevgiyi,
kirli, keskin ve uzun tırnaklarıyla...
namussuzca kurulan tuzaklarda,
kahpe faklarında gizlidir,
karanlığın kirli ve onursuz eli.
mertliğe, dostluğa, sevgiye düşman,
yüzü kara, gözü kara, beyni kara...
necat iltaş (1982)
düş
düşler giyindim,
tenim yok.
gönül ocağıma gömdüm seni.
közlenirken yavaş yavaş,
eriyen bir kurşun olur,
tahta tasa düşerken gözler,
nazardan nazar alır.
ölüm bile yetmez artık,
üflesem soğuyacak,
ortada gerçek yok…
çünkü;
giyindiğim düş
ve
ortada
tenim yok…
necat iltaş (2007)
düşler giyindim,
tenim yok.
gönül ocağıma gömdüm seni.
közlenirken yavaş yavaş,
eriyen bir kurşun olur,
tahta tasa düşerken gözler,
nazardan nazar alır.
ölüm bile yetmez artık,
üflesem soğuyacak,
ortada gerçek yok…
çünkü;
giyindiğim düş
ve
ortada
tenim yok…
necat iltaş (2007)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?