cihangirin kızılcık albümümden bir $iiri..
her dinledigimde gözlerim dolar..
oturup ü$enmeyip tek tek yazdım..
giderken sarılıp oglum deyişini..
bu sözün yüregimde
yaradır baba..
evin erkegi artık sensin demi$tin.
nereye dedim?
oglum rızkımızı kazanmaya dedin.
baba rızık ne dedim?
oglum ekmek dedin !
çabuk dönerim dedin !
sana pilli araba getirecegim dedin
birşey istemem
baba ke$ke sen dönseydin..
bak bıyıklarım terledi,
çabuk dönü$ün bumuydu baba?
büyüdüm ya
annemin yanındada yatamıyorum artık..
bazı geceler annemin hıçkırıklarını duyuyorum..
bana belli etmemeye çalısıyor ama
ben anlıyorum annemde seni çok özlüyor baba.
geceleri dı$ardan sesler,
sarho$ naraları geliyor
ben erkegim ya baba
korkmuyorum!
yastıgımın altında duruyor
senin gümüş i$lemeli sürmene bıçagın.
baba kızma bana korkuyorum ..
bunu annem bilmiyor ama.
baba mahallede zühre abla vardı ya
onun küçük kızı sanem
onu seviyorum
ama ona söyleyemiyorum
baba seni çok özlüyorum
baba sen olsaydın sana anlatsaydım
neden? neden yoksun baba?
oglum okuyup büyük adam olacak demi$tin.
bana kızma baba okuldan ayrıldım,
annem temizlige gidiyor
bende tamirciye girdim çırak olarak.
sana söz veriyorum baba,
seni mahcup etmicem
cok calı$ıp annemi temizlige göndermicem!
kokunu nasırlı ellerini unutamıyorum..
bir bilsen ?
ahhhh bir bilsen sensizligin ne oldugunu..
belkide ölmezdin..
dönerdin babam..
dinlemek isteyenler için ;
http://www.youtube.com/watch?v=g5wkcrsbbdy
babam
babam
yoksun artık,
gözlerim kör,
aklım düşman,
bir adresim kalmamış,
gün ortasında karanlık bir akşam kadar yalnızım.
sahipsiz bir adada kimsesiz bir mülteciyim,
paramparçayım sensiz.
yoksun artık,
habersiz gittin,
yalnız bıraktın beni,
zamansız bir yolculuğa çıkmak var mıydı?
sözünü tutmadın,
öldün…
babalar ölür müydü? baba!
hani babalar ölmezdi!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
başım önümde,
aklım kelepçede,
yokluğunda çırılçıplak yüreğim,
elimi attığım her yerde darmadağın umutlar,
varlığını giyerim üstüme sensiz,
kaldırım ortasında sere serpe,
belki de kaybolurum,
seni bulamazsam,
çaresiz.
yoksun artık,
günümde gündüzümde,
ama gecemde,
gecenin gölgesinde,
kaç kez bilmiyorum,
kaç kez,
ittiysem yüreğimi
uçurumdan aşağı,
kaç kez attıysam,
kaç kez,
dipsiz kuyulara kendimi,
kirpiklerime düşüyorsun hep,
beni koruyan ve kaldıran o kocaman yüreğinle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
kokun yok,
tenin yok,
sesin yok…
sesini bıraksaydın hiç olmazsa,
yokluğun vuruyor, kahrediyor beni,
üşüyor kalemimin ucu.
düşmüyor, akmıyor, yazmıyor mürekkep,
yüreğim ağrıyor sensiz
sesini bıraksaydın keşke..
kokunu, hiç olmazsa, baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
bir ilkbahar yeşilinde,
ağaçlarda salkım salkım anılarınla gittin,
“tende misafirdir can”, anladım.
hiç olmazsa,
bayramlarda gelseydin,
ellerini öpseydim,
kucaklasaydım doya doya,
doya doya…
ağlamamı istemezdin,
ağlayamamak;
yıpratır, eskitir sözleri biliyorsun.
ufak tefektin,
ama,
kocaman,
sonsuz bir kumsaldı yüreğin,
kıyıya vuran dalgalarınla,
matemin karasına bile ak düşürdün baba,
babam,
babam benim…
çok şık ve modern,
uyum ve düzen,
biraz otoriter,
biraz da asabi ama sevecen,
her zaman pırıl pırıl,
her zaman tertemiz.
havadaki toz,
yerdeki çamur bulaşmaya korkardı sanki,
o güzel ve pak ahenge.
dillendirmezdin pek,
ama,
sevgi akardı gözlerinden,
sözüne söz,
dosdoğru bir adamdın,
adam gibi adam derler ya,
işte öyle bir adamdın baba,
babam,
babam benim...
yoksun artık,
sözünü tutmadın
yalnız bıraktın beni,
bahar el mi sallamaya başladı sana,
aşkına mı kandın baharın,
“zamanı değil daha” diyemedin mi?
öğlen uykusu sakinliği ile,
nilay’ı sevemeden,
haluk’u görmeden,
yaşar’a doymadan çekip gittin
acelen neydi? baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğun;
gökyüzümü güneşsiz,
evimi ışıksız bıraktı uzun bir süre.
sözcükler kan revan içinde kaldı,
zamansız gidişinin ince sancısında.
acılarımı gözlerime gömdüm.
yüreğim üşüdü baba,
sana doyamamamın acısı,
yeterince sarılamamamın hasretiyle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğunda,
eskimeye yüz tuttukça sabahlar,
bir çelmeyle hayaller yere düşer ne yazık ki,
düşürmemek için hayalleri,
geçmişi,
anılarımızı sığdırdım bir bavulun içine.
telaşlı adımlarla yürürken,
elimden tuttuğun,
bir meltem yumuşaklığında “yavrum” dediğin
adın gibi selim zamanı.
üzerimi örtecek birinin geleceğinden emin şekilde uyuduğum
uyandığımda hiç bir yere gitmemiş olduğunu gördüğüm zamanlar,
babamın zamanı.
babamın,
benim babamın…
duvara çarpmış bir hüzünde,
kabuk bağlarken zamanı;
içimde kopan fırtına,
yağmur yağdırır yüreğime,
örterken üstüme geceyi,
bir tek ses duyulur,
masal anlatan babamın sesi,
ötesi uçurum sessizliği…
ah bir bilsen,
bilseydim,
bir yaz gününde,
deli rüzgâr gibi,
bir kuş cıvıltısında doğman için yeniden,
yağmur olur rüyalarına yağardım.
ah bir bilsen,
bilseydim,
işıklarını söndürürken gecenin,
sarı nilüfer longozunda bir anafor,
ya da,
ganj’da bir sadu olur,
reenkarnasyonla geri getirmek isterdim seni,
en bozulmamış ritüelleri yaşanırdı hayatın o zaman,
kara gözlerinin derinliklerinden bana bakıp,
“doğru yerde ölmek,
doğru bir hayat sürdürmüş olmak,
dört gözle beklenen bir misafirdir adeta”, diyeceğini biliyorum,
ve ellerinden öpüyorum,
babam,
babam benim…
necat iltaş
2009
(bkz: http://www.necatiltas.net/babam.html ">http://www.necatiltas.net/babam.html )
yoksun artık,
gözlerim kör,
aklım düşman,
bir adresim kalmamış,
gün ortasında karanlık bir akşam kadar yalnızım.
sahipsiz bir adada kimsesiz bir mülteciyim,
paramparçayım sensiz.
yoksun artık,
habersiz gittin,
yalnız bıraktın beni,
zamansız bir yolculuğa çıkmak var mıydı?
sözünü tutmadın,
öldün…
babalar ölür müydü? baba!
hani babalar ölmezdi!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
başım önümde,
aklım kelepçede,
yokluğunda çırılçıplak yüreğim,
elimi attığım her yerde darmadağın umutlar,
varlığını giyerim üstüme sensiz,
kaldırım ortasında sere serpe,
belki de kaybolurum,
seni bulamazsam,
çaresiz.
yoksun artık,
günümde gündüzümde,
ama gecemde,
gecenin gölgesinde,
kaç kez bilmiyorum,
kaç kez,
ittiysem yüreğimi
uçurumdan aşağı,
kaç kez attıysam,
kaç kez,
dipsiz kuyulara kendimi,
kirpiklerime düşüyorsun hep,
beni koruyan ve kaldıran o kocaman yüreğinle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
kokun yok,
tenin yok,
sesin yok…
sesini bıraksaydın hiç olmazsa,
yokluğun vuruyor, kahrediyor beni,
üşüyor kalemimin ucu.
düşmüyor, akmıyor, yazmıyor mürekkep,
yüreğim ağrıyor sensiz
sesini bıraksaydın keşke..
kokunu, hiç olmazsa, baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
bir ilkbahar yeşilinde,
ağaçlarda salkım salkım anılarınla gittin,
“tende misafirdir can”, anladım.
hiç olmazsa,
bayramlarda gelseydin,
ellerini öpseydim,
kucaklasaydım doya doya,
doya doya…
ağlamamı istemezdin,
ağlayamamak;
yıpratır, eskitir sözleri biliyorsun.
ufak tefektin,
ama,
kocaman,
sonsuz bir kumsaldı yüreğin,
kıyıya vuran dalgalarınla,
matemin karasına bile ak düşürdün baba,
babam,
babam benim…
çok şık ve modern,
uyum ve düzen,
biraz otoriter,
biraz da asabi ama sevecen,
her zaman pırıl pırıl,
her zaman tertemiz.
havadaki toz,
yerdeki çamur bulaşmaya korkardı sanki,
o güzel ve pak ahenge.
dillendirmezdin pek,
ama,
sevgi akardı gözlerinden,
sözüne söz,
dosdoğru bir adamdın,
adam gibi adam derler ya,
işte öyle bir adamdın baba,
babam,
babam benim...
yoksun artık,
sözünü tutmadın
yalnız bıraktın beni,
bahar el mi sallamaya başladı sana,
aşkına mı kandın baharın,
“zamanı değil daha” diyemedin mi?
öğlen uykusu sakinliği ile,
nilay’ı sevemeden,
haluk’u görmeden,
yaşar’a doymadan çekip gittin
acelen neydi? baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğun;
gökyüzümü güneşsiz,
evimi ışıksız bıraktı uzun bir süre.
sözcükler kan revan içinde kaldı,
zamansız gidişinin ince sancısında.
acılarımı gözlerime gömdüm.
yüreğim üşüdü baba,
sana doyamamamın acısı,
yeterince sarılamamamın hasretiyle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğunda,
eskimeye yüz tuttukça sabahlar,
bir çelmeyle hayaller yere düşer ne yazık ki,
düşürmemek için hayalleri,
geçmişi,
anılarımızı sığdırdım bir bavulun içine.
telaşlı adımlarla yürürken,
elimden tuttuğun,
bir meltem yumuşaklığında “yavrum” dediğin
adın gibi selim zamanı.
üzerimi örtecek birinin geleceğinden emin şekilde uyuduğum
uyandığımda hiç bir yere gitmemiş olduğunu gördüğüm zamanlar,
babamın zamanı.
babamın,
benim babamın…
duvara çarpmış bir hüzünde,
kabuk bağlarken zamanı;
içimde kopan fırtına,
yağmur yağdırır yüreğime,
örterken üstüme geceyi,
bir tek ses duyulur,
masal anlatan babamın sesi,
ötesi uçurum sessizliği…
ah bir bilsen,
bilseydim,
bir yaz gününde,
deli rüzgâr gibi,
bir kuş cıvıltısında doğman için yeniden,
yağmur olur rüyalarına yağardım.
ah bir bilsen,
bilseydim,
işıklarını söndürürken gecenin,
sarı nilüfer longozunda bir anafor,
ya da,
ganj’da bir sadu olur,
reenkarnasyonla geri getirmek isterdim seni,
en bozulmamış ritüelleri yaşanırdı hayatın o zaman,
kara gözlerinin derinliklerinden bana bakıp,
“doğru yerde ölmek,
doğru bir hayat sürdürmüş olmak,
dört gözle beklenen bir misafirdir adeta”, diyeceğini biliyorum,
ve ellerinden öpüyorum,
babam,
babam benim…
necat iltaş
2009
(bkz: http://www.necatiltas.net/babam.html ">http://www.necatiltas.net/babam.html )
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?