aldatıcı söz vermeler ağır iftiralar

pipisik
nutuk’tan...

efendiler, istanbul’dan gönderilen 19 şubat 1920 tarihli yazıda, «ingiliz dışişleri bakanlığı’ndan istanbul’daki siyasî temsilciliğine gelen ve siyasî temsilcilik tarafından da resmen hükûmete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin
osmanlı devleti’nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, ermeni katliamının durdurulması ve yunanlılarla bütün itilâf devletleri’nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir» denilmekte ve bazı hususlar, özellikle «şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması» tavsiye edilmekteydi.

efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? yunanlıların, fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, istanbul’un da alınması kararlaştırılmıştı.

ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, istanbul’u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? yoksa, yunanlıların, fransızların, italyanların işgalleri zaten geçicidir, itilâf devletleri, yalnız istanbul’u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu?

veyahut da efendiler, itilâf devletleri kuva-yı milliye’nin işgal bölgelerinde, işgal «kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, istanbul hükûmeti’nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, yunanlılar da dahil olmak üzere, itilâf devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle istanbul’u da mı işgal etmek niyetindeydiler?

daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım. ne var ki, istanbul hükûmeti’nin ingiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu.

efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. şüphe edilmemek gerekirdi ki, ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi.

aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki müslümanlara saldırmakta idiler.

intikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. yabancı kuvvetleri ile birleşen ermeniler, top ve makineli tüfeklerle maraş gibi eski bir müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi.

tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan ermenilerdi. müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. yirmi gün süren maraş katliamında, müslümanlarla birlikte şehirde kalan amerikalıların, bu olay hakkında istanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.

adana ili içindeki müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı.

canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddî olarak kabul edilebilirdi?

izmir ve aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı.
bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı.

o günlerde izmir’e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı. gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.

bu durum karşısında, efendiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı?

memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan kuva-yı milliye’yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı? geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, millî dâvâdan hemen vazgeçmek doğru olur muydu? yalnız istanbul’un değil, boğazlar’ın, izmir’in, adana bölgesinin, kısacası millî sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklarının egemenliğimiz altında kalması millî gayemiz değil miydi?

bu duruma göre, yalnız istanbul’un, osmanlı devleti’ne bırakılacağı vaadi karşısında, osmanlı devleti’nin sadrazamı ali rıza paşa memnun olsa da, türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi? vahdettin’in sadrazamı, kuva-yı milliye’yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihî sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu?
efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükûmetin istek ve emrine, milletçe de kuva-yı milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi.

devamı için:

(bkz: milli bir kabine kurulmasının imkânsızlığı)
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol