ingvar ambjørnsenin tanımıyla: "bir kıymık saplanmıştı içime... kimseye belli etmeden acı çekiyordum. en büyük acı, başkaları ile paylaşmaya cesaret edemediğin acıdır."
acı
öttüren duygu birikimidir.
çeşit çeşit şekillerde sık sık başa gelen hadise.
bir çeşidi de anneler günü yaşanan ben anne olamayacağım, benim anneler günümü kutlayacak bir ufaklık olmayacak diye gelir. belki anlamsızdır. ama acı acıdır.
bir çeşidi de anneler günü yaşanan ben anne olamayacağım, benim anneler günümü kutlayacak bir ufaklık olmayacak diye gelir. belki anlamsızdır. ama acı acıdır.
acı var ama.. tek hissettiğimiz şey.. acı olmasa anlamı bulmak için kendimizi bu kadar hırpalamazdık.. başka türlü niye cennet hayalinin peşinden koşalım? cennet dediğimiz şey acının olmadığı tek yer..
(bkz: yeşil peri gecesi)
(bkz: yeşil peri gecesi)
(bkz: acı izni)
ailemle gittiğim salaş bi kebapçıda sipariş verirken garsonun bana şu soru içinde kullandığı sıfat;
-garson : abi acı koyiyim mi?
-ben : gerçekten yapabilir misin???!!
-garson : abi acı koyiyim mi?
-ben : gerçekten yapabilir misin???!!
zavallı bir his, gerçekten bak... sevgi gibi bir sevimliliği yok, nefret gibi iğrençleşmiş değil. asıl kötü tarafı tek taraflı olması sanırım. bir çok duyguda fazlasıyla bir işteşlik bulunurken, acı genellikle tektir, yalındır, göğüsün tam ortasındadır. yutkunursun gitmez, beklersin değişmez. zavallı bir histir, gerçekten zavallı...
demek oluyor ki büyük, gerçek acı geçmişi; bugünü geleceği hep birden sarabilecek kadar öldürücü bir acıdır. öyle ki yaşamın hiçbir bölümünü etkilemeden bırakmaz. düşünceyi bir daha düzelememecesine bozar, dudaklara, alna silinememecesine kazınır, sevinç kaynaklarını kırar yada çökertir, ruha şu yeryüzünde ne varsa hepsine karşı bir tiksinme aşılar.
(bkz: la femme de trente ans)
demek oluyor ki büyük, gerçek acı geçmişi; bugünü geleceği hep birden sarabilecek kadar öldürücü bir acıdır. öyle ki yaşamın hiçbir bölümünü etkilemeden bırakmaz. düşünceyi bir daha düzelememecesine bozar, dudaklara, alna silinememecesine kazınır, sevinç kaynaklarını kırar yada çökertir, ruha şu yeryüzünde ne varsa hepsine karşı bir tiksinme aşılar.
(bkz: la femme de trente ans)
alışılamayan, tam alıştım dediğiniz anda kalbinizin varlığını dahi bilmediğiniz başka bir noktasından vuran duygu.
(bkz: aci cehre)
olgunlaşmamızı sağlayan histir,kesinlikle kişiye olumlu girişimler kazandırır.
çekilebilien bir şeydir.
(bkz: acı çekmek)
(bkz: acı çekmek)
şehit annelerimizi yaşadığı duygudur...
ve bunu yaşatanların bir an bile nefes almasına katkıda bulunan her türlü ürünü (coca-cola , algida , levis vs. ) alan hepimizi allah ıslah etsin.
ve bunu yaşatanların bir an bile nefes almasına katkıda bulunan her türlü ürünü (coca-cola , algida , levis vs. ) alan hepimizi allah ıslah etsin.
evin bir odasından diğer bir odasına biraz hızlı bir şekilde yol alındığında ayağı yanlışlıkla yemek masasına çarptığınızda darbeye ilk olarak maruz kalan serçe parmağınızda oluşan histir acı. gerisi hikayedir, boştur.
edit: o masanın da a.k. o masa için "anne şahane oldu bak burada, en iyisi bu şekilde dursun" diyen zihniyetin de.
edit: o masanın da a.k. o masa için "anne şahane oldu bak burada, en iyisi bu şekilde dursun" diyen zihniyetin de.
bazı acılar her hücrenizi ayrı ayrı acıtır. ruhunuzun her köşesini.. ve acı saf bir duygu değildir. çok güçlü duyguların, pişmanlıkların, isteklerin, yarım kalmışlıkların uzantısıdır.. saf olan acı fiziksel acıdır, ki o sadece acıtır..
evet aci çekmek insanı güçlendirir..çünkü hassasiyet artık kaybolmuştur, ya da alışmışsınızdır bir şeylere.. ama yine de mutluluğun adını mutluluk yapan şeydir acı..
hedefi bazen kalpdir bazen beden.
ama kalp acisidir en cok aci veren.
ama kalp acisidir en cok aci veren.
bir ferman karacam siiridir.filistin’deki yasananlar uzerine,aci uzerine super bir siirdir.
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskiden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerdin
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş
bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden
ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim’in baltasını
biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin’de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya’da yiğitler
inancın emeğin ve aşk’ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular...
ve ne bağdat’tan
ne şam’dan
ne mekke’den
ne diyarıbekir’den
ne istanbul’dan
ne buhara’dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe’de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz...
gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
’elem yecidke yetimen feava’
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul’un
bağdat’ın
diyarıbekir’in
mekke’nin
buhara’nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin ve
unutmayın
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskiden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerdin
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş
bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden
ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim’in baltasını
biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin’de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya’da yiğitler
inancın emeğin ve aşk’ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular...
ve ne bağdat’tan
ne şam’dan
ne mekke’den
ne diyarıbekir’den
ne istanbul’dan
ne buhara’dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe’de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz...
gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
’elem yecidke yetimen feava’
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul’un
bağdat’ın
diyarıbekir’in
mekke’nin
buhara’nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin ve
unutmayın
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?