confessions

sipsi

- Yazar -

  1. toplam entry 3120
  2. takipçi 2
  3. puan 66259

mojo pin

sipsi
sabah sabah dinlenince ’hala uyuyor muyum acaba ben? bu nasıl bir rüya? kırmızı nasıl bu kadar kırmızı oldu? neden gümüşten kuşlar dolaşıyor etrafımda? devam etsin bu rüya, birmesin hiç bitmesin...’ diye düşündürüyor insanı.

kara köpekler havlarken

sipsi
çekim aşamasında bir köpeği siyah yapacağım diye hint kınasıyla boyadıkları ve köpeğin ölümüne sebebiyet verdikleri için asla izlemeyeceğimi söylediğim filmi, bir nöbet gününde tükürdüğümü yalayarak izlemiş bulundum. ilk bir saatinde başka semtin çocukları’nı izliyorum gibi geldi. bunda volga sorgu’nun oyunculuğu etkili olmuş olabilir. başka semtin çocukları’ndaki ismail ile bu filmdeki çaça aynı gibi.

filmin başlarında yavaşlık, bir tülü ilerleyememe rahatsız ediyor biraz insanı. ama bir noktadan sonra filmin içine giriyorsunuz. erkan can biraz eksik olan samimiyeti arttırmak adına varmış gibi duruyor, iyi ki de varmış ama. kısacık sahnelerinde o mekandaymış gibi hissettiriyor insana kendini.

spoiler

alışveriş merkezindeki sahneler fazlasıyla uzundu. ’ya sanat filmi gibi de olsun ama olmasın aynı zamanda.’ diye düşünmüş sanki yönetmen. kamera döndükçe başı dönüyor insanın, fazlasıyla rahatsız ediciydi.

çaça’nın kahvedeki kavgası tam bizdendi, uzaklık hissedilmeyen sahnelerden biriydi, bir çok sahnenin aksine. aynı şekilde asker uğurlama sahneleri de öyleydi. sanki bir iki sokak aşağıda yaşıyordu o insanlar, ben de penceremden onları izliyordum. keşke filmin tamamında hissedilebilseydi bu durum.

ve filmi özetleyen cümle şu olsa gerek:

’hayat senin sandığın kadar kolay olsaydı, insanlar bu kadar gaddar olmak zorunda kalmazdı.’

spoiler



dibe vurmak

sipsi
’görünen bütün farklar indirgenecek, eşitlenecek. bağımlılığın hudutları görülecek. dibe vurulacak, dibin dibine vurulacak, dibin dibinin dibine vurulacak, dipsizleşilecek, kavramsızlaşılacak, anlamsızlaşılacak. tüm öğretilenler sıfırlanacak, sıfır yok edilecek.’

(bkz: chuck palahniuk)
(bkz: hiççilik)

choke

sipsi
’zayıfmış gibi yaparak güç kazanırsınız. kendinizi güçsüz göstererek diğer insanların kendilerini güçlü hissetmelerini sağlayabilirsiniz. insanların sizi kurtarmasına izin vererek siz onları kurtarırsınız. bu yüzden ezilen taraf olmaya devam edin. insanların üstünlük taslayabilecekleri birine ihtiyaçları vardır...’

kitabın en güzel bölümlerinden biri bu bana göre. insanların ihtiyaçlarını karşılamak adına yapılabilecek daha basit, kolay ve rahat bir eylem daha yoktur herhalde.

hayal

sipsi
’dünyayı sana anlattıkları gibi kabul etmeni istemem, senin icat etmeni isterim. böyle bir yeteneğinin olmasını isterim, kendi gerçekliğini yaratabilmen için. kendi kanunlarını koyman... çünkü hiçbir şey hayallerindeki kadar güzel olamaz.’

(bkz: choke)

bağımlılık

sipsi
’insan bağımlı olunca; sarhoş olmak, kafası iyi olmak veya acıkmak dışında hiçbir şey hissetmez. yine de bu hisleri, üzüntü, öfke, korku, endişe, hayal kırıklığı ve depresyon gibi diğer hislerle kıyaslayınca, bir bağımlılık, artık gözünüze o denli kötü görünmez. hatta çok daha makul bir seçenek gibi görünür.’

(bkz: choke)

geçmiş

sipsi
’geçmişini hatırlamayanlar, tekrarlamaya mahkumdur. ama ben geçmişini hatırlayanların daha da beter durumda olduklarını düşünüyorum. geçmişini hatırlayanlar, hikayeyi daha da karman çorman hale getirirler. bence geçmişini hatırlayanlar, geçmişleri tarafından etkisiz hale getirilirler...’

(bkz: choke)

erkekler

sipsi
’hepsi erkekleri modası geçmiş yaratıklar olarak görüyor. yararsız olduğumuzu düşünüyorlar. sadece ereksiyon için kullandıkları, yaşam destek ünitesiyiz, yada sadece bir cüzdan. bundan sonra ben buna alet olmayacağım. greve gidiyorum. kadınlara ihtiyacımız yok. dünyada seks yapabileceğimiz bir sürü başka şey var. mikrodalgada ısıtılan kavun var. çim biçme makinelerinin, tam pantolon ağı hizasına gelen, titreyen tutamaçları var. elektrik süpürgeleri ve kuru fasülye doldurulmuş torbalar var. internet siteleri var. netteki sohbet odalarında on altı yaşında kız numarası yapan seks müptelaları var. gerçekten de en seksi siber bebekler, aslında yaşlı fbi emeklileri. lütfen bana bu dünyada olduğu gibi görünen tek bir şey söyle...’

(bkz: choke)

kaybetme korkusu

sipsi
’kilitlenmemiş kapıların ardında oturan bu insanlar, daha büyük bir evin, sorunları çözmeyeceğini çok iyi bilirler. daha iyi bir eş, daha çok para ve daha gergin bir cildin de. sahip olacağın her şey, bir gün kaybedeceğin şeylerden yalnızca biridir...onu kaybetmekten korkuyorum, ama eğer onu kaybetmezsem, kendimi kaybedebilirim.’

(bkz: choke)

kaan sezyum

sipsi
eşinin bu dünyadan ayrılmasından sonra yazdığı yazı o kadar acıtıyor, o kadar anlamsızlaştırıyor ki her türlü sorunu, çabayı...

’geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. çat! şimdi evde iki kişi kaldık. kedimiz tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. kısa sürede çok üzüldüm.
üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. çok yalnızım. ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı tv’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. sabah kalkış kısmı daha fena. uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. neyi devam etsin? benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. hem de sıfırdan.
sevindiğim şeyler de var. son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, tortor’a bakıp gülüyorduk. çok mutluyduk, gerçekten. çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. neyse ki şimdi kendisini heybeli’ye bıraktık. bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. şimdilik beklemekte yarar var. hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. hâlâ da düşünüyorum galiba. hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. şans işi işte.
bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. daha öğrenecek çok şeyim vardı.
beni hayata bağlayan şeydi kendisi. o gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. çekiliş hep devam edecek.
bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. zamanla çıt çıt açılıyorlar. şimdi onlara bakmak için çok erken.
karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. bakalım ne olacak? hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. yani var ama, yok. üzücü ama gerçek, ne yapalım?
şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. yani var ama, yok.’
92 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol