kratos, eski spartan savaşçısı, savaşa susamış, spartan ordusu için kan dökmeye dünden razı. fethetme aşkıyla yanıp tutuşan kratos, savaş tanrısı ares adına durmadan köyleri, kasabaları ele geçiriyor, direnenleri de kılıcından. çoluk çocuk, yaşlı, kadın demeden savuruyor, kafaları uçuruyor. ta ki hiç girmemesi gereken bir yere girip ortalığı kan gölüne çevirene kadar. işte burası, onun asıl kaderinin gerçekten başladığı yer.
onbeş-yirmi kişilik bir orduyu yöneterek işe başlayan kratos, kazandığı bir çok zaferle ordudaki savaşçılarının sayısını onbinlere çıkarmıştır. günlerden bir gün, yine savaş gelip çatmıştır. adamlarını gaza getiren kratos’un karşısında bu sefer pek kolay bir rakip yoktur. bunlar barbarlardır. yüzbinlerce savaşçısı bulunan barbarlar. aynı russle crow’un the gladiator’daki ilk savaşındaki cinslerden. hatta liderleri bile neredeyse aynı. kaçınılmaz son yakın. iki ordu da birbirine girmiştir. spartan ordusu düşmeye başlamıştır. ve kratos... barbar liderle girdiği dövüşte yenik düşmüş ve kafasına yiyeceği son darbeyi beklerken birden savaş tanrısı ares’e seslenir. ares’ten istediği, hayatına karşılık düşmanlarını yok etmesidir. ares bu isteği yerine getirerek bütün barbarları teker teker temizler. kratos artık ares’in kölesidir. ama bu isteği, onu, geri dönüşü olmayan bir duruma sokar. büyük günah ve kabuslarının başlayacağı bir duruma. olaylar zinciri sonucunda artık her şey tersine dönecektir. ares’in kölesi mi? hayır. ares’in kabusu. iş bundan böyle intikama dönüşmüştür. tanrıların koyduğu kuralları çiğneyip, atina’ya yeraltı tanrısı hades’in ordularını kullanarak saldıran ve yok etmek isteyen ares’i durdurmak, tanrıların yardımıyla kratos’un görevidir bundan böyle. bu amaca ulaşmanın tek yolu pandora’nın kutusu’nu bulmakır. yeraltı askerlerinden (undead), acımasız ve ölümcül yaratıklara kadar uzanacak olan bu serüven başlamak üzere.