ilseyim

aydın ve halk arasındaki kopukluktan bahseden bir roman. halkın cahilliğinden aydını sorumlu tutar.

bir yakup kadri karaosmanoğlu romanı. cumhuriyet’in ilk on beş yirmi yılını, çok partili döneme geçişteki sıkıntıları, politikanın çöküşünü anlatır. hacimli bir kitaptır ve içinde bir çok karakter bir çok olay vardır. birbirleriyle alakasız gözüken kişiler zaman zaman yakınlaşır, zaman zaman uzaklaşır. yazarın da amacı cumhuriyet dönemindeki farklı tipleri göstermektir zaten. bir de romanda bir ayak fetişi vardır ki romanın konusuyla alakasını anlayamamış olsam da gayet ilginç bir karakterdir.

bir zamanlar galiba penguen’de bahadır baruter’in çizdiği bir bölüm. kimi kavramları resimlerle ifade ederdi, çok da güzel ederdi.

fransızca "benim arkadaşım" demek.

hatiptir. çaçaron kelimesi buradan gelmiştir.

orta çağ avrupa’sında yazılmış allegorik eserlere denir. bizim divan edebiyatımıza benzer.aşık, sevgili ve rakip üçgeni vardır.

orta çağ avrupa edebiyatında kadınları etkilemek için yapılan kahramanlıkları anlatan hikayeler. en meşhuru tristan ve iseulte’dir.

orta çağ batı edebiyatındaki destani kahramanlık hikayeleridir. hıristiyanların müslümanlarla yaptığı savaşlar söz konusudur. ikisi çok meşhurdur. "chanson de roland" ve "kral arthur ve yuvarlak masa şovalyeleri"

orta çağ ve rönesans arasında köprü oluşturmuş bir eserdir. laikliği savunan ilk eserdir. burjuvaya yönelik yazılmıştır ve amaç evde oturmaktan canları sıkılan kadınları oyalamaktır.kadının toplumda geri planda kalmasını eleştirir. italya’daki veba salgınından kaçan yeni kadın yanına üç tane de erkeği alarak bir şatoya sığınırlar ve kendilerini oyalamak için hikayeler anlatırlar. bu hikaye içinde hikaye anlatma tekniği doğu edebiyatı için sıradansa da batı edebiyatı için ilktir. son hikayesinde bir adam karısına evlatlarının öldüğünü söyler, şatoda hapis eder, kızlarıyla evlendiğini söyler, şiddet gösterir. kadının ömrünün sonuna doğru sadece kadının sabrını denediğini söyler. ayrıca kitaptaki kahramanlardan biri olan fiyenetto gerçekten var olan biridir.

akşam vakitlerinin sana ait olmamasıdır. oturursun, haberlerin çıkmasını beklersin, haberler de sanki inadına çıkabileceği en geç saatte çıkarlar. hiç ilgini çekmeyen konular hakkında bilgi sahibi olmaya başlarsın gazete okuya okuya. mesela hangi kanalda ne var, o gün hangi burç ne yaşayacak, hangi düğüne kimler gitti, hepsini teker teker öğrenebilirsin. ne işine yarayacağını sormazsan her şey yolunda. gözlerinin acıması da dikkatli okumak yüzünden cabası. bu kadar kötü anlattım da bu kadar kötü mü? hayır. sadece biraz sıkıcı ama yorucu değil o kadar da.

bursa’da yaşamış bir öykü yazarıdır. aslında çok başarılı öyküleri vardır fakat ne yazık ki çok genç yaşta vefat etmiştir. bursa’da bir öykü atolyesi başlatmıştır fakat bir hafta sonra vefat etmiştir. hakan akdoğan’ın ondan devralıp hala sürdürdüğü öykü atolyesi onun adını taşır ve her sene bursa’daki yazar adaylarını kendine çeker; kimini eler, kimini sever.

bursa’daki olay gazetesinin kültür sanat editörüdür ayrıca yazarlığı da vardır. "hüznün kantosu" gibi. olaylar bursa’da geçer. bu açıdan bir bursalıya keyif verebilir zira her gün geçilen yerlerde gelişir olaylar ve bu bursa için ender rastlanan bir olaydır tabii.

tembelliğin, pasifliğin, yapmamanın romanı. doğu ülkelerin batılılaşma sürecinde ortaya çıkan bir tiplemeyi anlatır aslında. ne kadar batılı okullarda okusa da batının zihniyetinin temeline inememiştir. romandaki alman arkadaşı batıyı, aksiyonu, çalışmayı; oblomov ise doğuyu, hareketsizliği, hayalleri ama iyi niyeti, derin ruhu simgeler. bizim içimizde de çok vardır oblomovlar. hatta kitabı okuyunca anlarız ki biz de bir yerden bir yerden oblomov’uzdur mutlaka.

bir insanın nasıl cimrileştiğini anlatan bir kitap. balzac uzun süre eugenie grandet’in yazarı olarak anılmış ve bundan rahatsız olmuş. kitapta iki cimri var. biri eugenie, biri babası. sürekli moliere’in cimri’sindeki harpagon ile karşılaştırılır bunlar.

bir peyami safa romanı. alafranga alaturka çatışmasını anlatır. bu çatışmayı anlatan onlarca türk klasiği okudum ama hiçbiri bu kadar başarılı değildi. zira tarafsız bakmış, insanların psikolojilerini hareketlerinden yola çıkarak anlatıyor ve bu konuda çok başarılı bir gözlemci kendisi.

yky’nin söylediğine göre en çok satılan romanlardan. 2.meşrutiyetin ilanının taşra kasabalarına nasıl yansıdığını, köyden gelen yusuf’un kasabadaki insanların iki yüzlülüğüne alışamaması anlatılır.

bursa’nın yerel gazetesi. televizyonu da vardır. türkiye’nin en büyük yerel gazetesi olduğunu iddaa ediyor. bilmem ne kadar doğru. cavit çağlar’ındı. son zamanlarda tmsfnin eline geçti.

ya sosyal hayatın sıfırlanmasıdır ya da derslerin güme gitmesidir. derslerin güme gitmemesi istenyorsa çok yorucu bir dönem olur. okul bittikten sonra işsiz kalma korkusu azalır ama öğrencilik hayatı da mahvolur. yine de uzun gelecek düşünüldüğünde genç yaşta iş deneyimi edinmek başarı şansını arttırır. ne olsa ağaç yaşken eğilir ve okul bittikten sonra bir adım önde başlarsınız iş hayatına.

bursa’da yakın zamanda açılmış olan alışveriş merkezi ve site. türkiye’nin en büyük 3. alışveriş merkeziymiş. broşürlerinde "artık hayatınız çok farklı" olacak diyordu. merak ettim hayatımızda ne gibi bir değişiklik yapabilir bir alışveriş merkezi. bir de bize yeni bir dünya sunduklarını söylüyordu aynı broşürde. dünyayı gezmek isteyen ama şehrinin dışına zor çıkan yurdum insanının bilinçaltına girip oraya çekmek için başarılı bir reklam taktiği tabii.

edebiyat diye laf salatası yapan ve bir çok kızın da hiç bir şey anlamadıkları için çok şey söylediğini sandığı yazar.