edebiyat felsefe şiir...
http://www.necatiltas.net
sevdam
yaşam;
anadolu’da bir köyde,
çekilen halayda terli bir mendil..
sevgilinin gözüne bakarken,
kanımda şahlanan deniz dalgası.
bir aşk, bir şiir, bin umutla
celali bir inadım, şimdi
yıldızlara asılı,
güneşe saf tutan cesetler miydik?
yoksa,
nemrut’ta
karakartalın kanatlarındaki özgürlük müydük?
bilmiyorum...
yağsın bana, sana
gök kuşağı rengiyle,
buluttan boşalan yağmur.
gözleri güneş,
dudakları ateş,
kadın yüzlü,
tanrıça olunca mezopotamya
bambaşka olur.
bahar teniyle.
avuç avuç
uçuruverir özlemlerini izlo’dan aşağı...
ekebilsem baharı,
bir de,
sevda kokan çiçeğe
zincirlesem gözümü...
necat iltaş
(2000)
yaşam;
anadolu’da bir köyde,
çekilen halayda terli bir mendil..
sevgilinin gözüne bakarken,
kanımda şahlanan deniz dalgası.
bir aşk, bir şiir, bin umutla
celali bir inadım, şimdi
yıldızlara asılı,
güneşe saf tutan cesetler miydik?
yoksa,
nemrut’ta
karakartalın kanatlarındaki özgürlük müydük?
bilmiyorum...
yağsın bana, sana
gök kuşağı rengiyle,
buluttan boşalan yağmur.
gözleri güneş,
dudakları ateş,
kadın yüzlü,
tanrıça olunca mezopotamya
bambaşka olur.
bahar teniyle.
avuç avuç
uçuruverir özlemlerini izlo’dan aşağı...
ekebilsem baharı,
bir de,
sevda kokan çiçeğe
zincirlesem gözümü...
necat iltaş
(2000)
eğitimci. felsefe ve edebiyat ile ilgilenir.
(bkz: necatiltas.net)
(bkz: necatiltas.net)
babam
yoksun artık,
gözlerim kör,
aklım düşman,
bir adresim kalmamış,
gün ortasında karanlık bir akşam kadar yalnızım.
sahipsiz bir adada kimsesiz bir mülteciyim,
paramparçayım sensiz.
yoksun artık,
habersiz gittin,
yalnız bıraktın beni,
zamansız bir yolculuğa çıkmak var mıydı?
sözünü tutmadın,
öldün…
babalar ölür müydü? baba!
hani babalar ölmezdi!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
başım önümde,
aklım kelepçede,
yokluğunda çırılçıplak yüreğim,
elimi attığım her yerde darmadağın umutlar,
varlığını giyerim üstüme sensiz,
kaldırım ortasında sere serpe,
belki de kaybolurum,
seni bulamazsam,
çaresiz.
yoksun artık,
günümde gündüzümde,
ama gecemde,
gecenin gölgesinde,
kaç kez bilmiyorum,
kaç kez,
ittiysem yüreğimi
uçurumdan aşağı,
kaç kez attıysam,
kaç kez,
dipsiz kuyulara kendimi,
kirpiklerime düşüyorsun hep,
beni koruyan ve kaldıran o kocaman yüreğinle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
kokun yok,
tenin yok,
sesin yok…
sesini bıraksaydın hiç olmazsa,
yokluğun vuruyor, kahrediyor beni,
üşüyor kalemimin ucu.
düşmüyor, akmıyor, yazmıyor mürekkep,
yüreğim ağrıyor sensiz
sesini bıraksaydın keşke..
kokunu, hiç olmazsa, baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
bir ilkbahar yeşilinde,
ağaçlarda salkım salkım anılarınla gittin,
“tende misafirdir can”, anladım.
hiç olmazsa,
bayramlarda gelseydin,
ellerini öpseydim,
kucaklasaydım doya doya,
doya doya…
ağlamamı istemezdin,
ağlayamamak;
yıpratır, eskitir sözleri biliyorsun.
ufak tefektin,
ama,
kocaman,
sonsuz bir kumsaldı yüreğin,
kıyıya vuran dalgalarınla,
matemin karasına bile ak düşürdün baba,
babam,
babam benim…
çok şık ve modern,
uyum ve düzen,
biraz otoriter,
biraz da asabi ama sevecen,
her zaman pırıl pırıl,
her zaman tertemiz.
havadaki toz,
yerdeki çamur bulaşmaya korkardı sanki,
o güzel ve pak ahenge.
dillendirmezdin pek,
ama,
sevgi akardı gözlerinden,
sözüne söz,
dosdoğru bir adamdın,
adam gibi adam derler ya,
işte öyle bir adamdın baba,
babam,
babam benim...
yoksun artık,
sözünü tutmadın
yalnız bıraktın beni,
bahar el mi sallamaya başladı sana,
aşkına mı kandın baharın,
“zamanı değil daha” diyemedin mi?
öğlen uykusu sakinliği ile,
nilay’ı sevemeden,
haluk’u görmeden,
yaşar’a doymadan çekip gittin
acelen neydi? baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğun;
gökyüzümü güneşsiz,
evimi ışıksız bıraktı uzun bir süre.
sözcükler kan revan içinde kaldı,
zamansız gidişinin ince sancısında.
acılarımı gözlerime gömdüm.
yüreğim üşüdü baba,
sana doyamamamın acısı,
yeterince sarılamamamın hasretiyle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğunda,
eskimeye yüz tuttukça sabahlar,
bir çelmeyle hayaller yere düşer ne yazık ki,
düşürmemek için hayalleri,
geçmişi,
anılarımızı sığdırdım bir bavulun içine.
telaşlı adımlarla yürürken,
elimden tuttuğun,
bir meltem yumuşaklığında “yavrum” dediğin
adın gibi selim zamanı.
üzerimi örtecek birinin geleceğinden emin şekilde uyuduğum
uyandığımda hiç bir yere gitmemiş olduğunu gördüğüm zamanlar,
babamın zamanı.
babamın,
benim babamın…
duvara çarpmış bir hüzünde,
kabuk bağlarken zamanı;
içimde kopan fırtına,
yağmur yağdırır yüreğime,
örterken üstüme geceyi,
bir tek ses duyulur,
masal anlatan babamın sesi,
ötesi uçurum sessizliği…
ah bir bilsen,
bilseydim,
bir yaz gününde,
deli rüzgâr gibi,
bir kuş cıvıltısında doğman için yeniden,
yağmur olur rüyalarına yağardım.
ah bir bilsen,
bilseydim,
işıklarını söndürürken gecenin,
sarı nilüfer longozunda bir anafor,
ya da,
ganj’da bir sadu olur,
reenkarnasyonla geri getirmek isterdim seni,
en bozulmamış ritüelleri yaşanırdı hayatın o zaman,
kara gözlerinin derinliklerinden bana bakıp,
“doğru yerde ölmek,
doğru bir hayat sürdürmüş olmak,
dört gözle beklenen bir misafirdir adeta”, diyeceğini biliyorum,
ve ellerinden öpüyorum,
babam,
babam benim…
necat iltaş
2009
(bkz: http://www.necatiltas.net/babam.html ">http://www.necatiltas.net/babam.html )
yoksun artık,
gözlerim kör,
aklım düşman,
bir adresim kalmamış,
gün ortasında karanlık bir akşam kadar yalnızım.
sahipsiz bir adada kimsesiz bir mülteciyim,
paramparçayım sensiz.
yoksun artık,
habersiz gittin,
yalnız bıraktın beni,
zamansız bir yolculuğa çıkmak var mıydı?
sözünü tutmadın,
öldün…
babalar ölür müydü? baba!
hani babalar ölmezdi!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
başım önümde,
aklım kelepçede,
yokluğunda çırılçıplak yüreğim,
elimi attığım her yerde darmadağın umutlar,
varlığını giyerim üstüme sensiz,
kaldırım ortasında sere serpe,
belki de kaybolurum,
seni bulamazsam,
çaresiz.
yoksun artık,
günümde gündüzümde,
ama gecemde,
gecenin gölgesinde,
kaç kez bilmiyorum,
kaç kez,
ittiysem yüreğimi
uçurumdan aşağı,
kaç kez attıysam,
kaç kez,
dipsiz kuyulara kendimi,
kirpiklerime düşüyorsun hep,
beni koruyan ve kaldıran o kocaman yüreğinle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
kokun yok,
tenin yok,
sesin yok…
sesini bıraksaydın hiç olmazsa,
yokluğun vuruyor, kahrediyor beni,
üşüyor kalemimin ucu.
düşmüyor, akmıyor, yazmıyor mürekkep,
yüreğim ağrıyor sensiz
sesini bıraksaydın keşke..
kokunu, hiç olmazsa, baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
bir ilkbahar yeşilinde,
ağaçlarda salkım salkım anılarınla gittin,
“tende misafirdir can”, anladım.
hiç olmazsa,
bayramlarda gelseydin,
ellerini öpseydim,
kucaklasaydım doya doya,
doya doya…
ağlamamı istemezdin,
ağlayamamak;
yıpratır, eskitir sözleri biliyorsun.
ufak tefektin,
ama,
kocaman,
sonsuz bir kumsaldı yüreğin,
kıyıya vuran dalgalarınla,
matemin karasına bile ak düşürdün baba,
babam,
babam benim…
çok şık ve modern,
uyum ve düzen,
biraz otoriter,
biraz da asabi ama sevecen,
her zaman pırıl pırıl,
her zaman tertemiz.
havadaki toz,
yerdeki çamur bulaşmaya korkardı sanki,
o güzel ve pak ahenge.
dillendirmezdin pek,
ama,
sevgi akardı gözlerinden,
sözüne söz,
dosdoğru bir adamdın,
adam gibi adam derler ya,
işte öyle bir adamdın baba,
babam,
babam benim...
yoksun artık,
sözünü tutmadın
yalnız bıraktın beni,
bahar el mi sallamaya başladı sana,
aşkına mı kandın baharın,
“zamanı değil daha” diyemedin mi?
öğlen uykusu sakinliği ile,
nilay’ı sevemeden,
haluk’u görmeden,
yaşar’a doymadan çekip gittin
acelen neydi? baba!
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğun;
gökyüzümü güneşsiz,
evimi ışıksız bıraktı uzun bir süre.
sözcükler kan revan içinde kaldı,
zamansız gidişinin ince sancısında.
acılarımı gözlerime gömdüm.
yüreğim üşüdü baba,
sana doyamamamın acısı,
yeterince sarılamamamın hasretiyle,
babam,
babam benim…
yoksun artık,
yokluğunda,
eskimeye yüz tuttukça sabahlar,
bir çelmeyle hayaller yere düşer ne yazık ki,
düşürmemek için hayalleri,
geçmişi,
anılarımızı sığdırdım bir bavulun içine.
telaşlı adımlarla yürürken,
elimden tuttuğun,
bir meltem yumuşaklığında “yavrum” dediğin
adın gibi selim zamanı.
üzerimi örtecek birinin geleceğinden emin şekilde uyuduğum
uyandığımda hiç bir yere gitmemiş olduğunu gördüğüm zamanlar,
babamın zamanı.
babamın,
benim babamın…
duvara çarpmış bir hüzünde,
kabuk bağlarken zamanı;
içimde kopan fırtına,
yağmur yağdırır yüreğime,
örterken üstüme geceyi,
bir tek ses duyulur,
masal anlatan babamın sesi,
ötesi uçurum sessizliği…
ah bir bilsen,
bilseydim,
bir yaz gününde,
deli rüzgâr gibi,
bir kuş cıvıltısında doğman için yeniden,
yağmur olur rüyalarına yağardım.
ah bir bilsen,
bilseydim,
işıklarını söndürürken gecenin,
sarı nilüfer longozunda bir anafor,
ya da,
ganj’da bir sadu olur,
reenkarnasyonla geri getirmek isterdim seni,
en bozulmamış ritüelleri yaşanırdı hayatın o zaman,
kara gözlerinin derinliklerinden bana bakıp,
“doğru yerde ölmek,
doğru bir hayat sürdürmüş olmak,
dört gözle beklenen bir misafirdir adeta”, diyeceğini biliyorum,
ve ellerinden öpüyorum,
babam,
babam benim…
necat iltaş
2009
(bkz: http://www.necatiltas.net/babam.html ">http://www.necatiltas.net/babam.html )
obamanın ülkesi.
deniz baykal tarafından ibb başkan adaylığına seçilerek harcanmak istenen biri...
"ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan birlik, bölünmez ve evrensel değerler olan insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine inşa edilmiştir. demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır. birlik vatandaşlığını tesis ederek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet bölgesi oluşturarak bireyi, faaliyetlerinin merkezine yerleştirir. (avrupa birliği temel haklar bildirgesi giriş bölümünden)"
anka
ufukta umut,
umutta ufuk yüklü bulut,
rüzgârla esmek istiyor gönlüm.
yağmur yağdırır yüreğime
sırtında kaf dağını taşıyan spartaküs.
tılsımında ebabil,
küle gizlenmiş kor ateş,
söküklerini dikiyorum gecenin,
boğulmuş güne rehin.
söndürüyorum ışıklarını yalnızlığın,
nasılsa gece, yakamoz düşürdü denize.
ufukta umut
umutta anka…
necat iltaş
(2007)
ufukta umut,
umutta ufuk yüklü bulut,
rüzgârla esmek istiyor gönlüm.
yağmur yağdırır yüreğime
sırtında kaf dağını taşıyan spartaküs.
tılsımında ebabil,
küle gizlenmiş kor ateş,
söküklerini dikiyorum gecenin,
boğulmuş güne rehin.
söndürüyorum ışıklarını yalnızlığın,
nasılsa gece, yakamoz düşürdü denize.
ufukta umut
umutta anka…
necat iltaş
(2007)
cerberus
kelebeğin kanatlarından
hayata bağlanmak,
renk akustiğinde
nirvanaya çıkmak nafile,
biliyorum ki
acılarımın gezindiği kaynak,
soğuk iklimlerinle
sensin.
ama sevinme,
hakkından zaman gelecektir,
rüzgâr yanağına denk gelince
bir müzik duyulur derinden,
tanıdık bir konçerto belki,
rodrigo’ya nispet.
sevineceksin önceleri,
ama boşuna,
arbane ile ritim tutan zikir,
ardından sur’a üflenen ses,
ölümün habercisi.
yeraltından gelen bu ses,
ölüm melodisi,
rüzgârın yanağına denk getirdiği…
ölümü beklemek,
ölümden daha zor,
göreceksin,
hades’ten çıkış yok,
biliyorsun…
bir tarafta kapıda bekleyen janus
diğer tarafta
yılan kuyruğu,
üç başı ve kara dişleriyle
seni bekler,
cehennem köpeği cerberus
rüzgârla yanağına denk gelen ölümde…
(bkz: necat iltaş )(2008)
kelebeğin kanatlarından
hayata bağlanmak,
renk akustiğinde
nirvanaya çıkmak nafile,
biliyorum ki
acılarımın gezindiği kaynak,
soğuk iklimlerinle
sensin.
ama sevinme,
hakkından zaman gelecektir,
rüzgâr yanağına denk gelince
bir müzik duyulur derinden,
tanıdık bir konçerto belki,
rodrigo’ya nispet.
sevineceksin önceleri,
ama boşuna,
arbane ile ritim tutan zikir,
ardından sur’a üflenen ses,
ölümün habercisi.
yeraltından gelen bu ses,
ölüm melodisi,
rüzgârın yanağına denk getirdiği…
ölümü beklemek,
ölümden daha zor,
göreceksin,
hades’ten çıkış yok,
biliyorsun…
bir tarafta kapıda bekleyen janus
diğer tarafta
yılan kuyruğu,
üç başı ve kara dişleriyle
seni bekler,
cehennem köpeği cerberus
rüzgârla yanağına denk gelen ölümde…
(bkz: necat iltaş )(2008)
sevgiye yol açın
hayalleri umuda yol aldırın,
maviyi üstüne örtün sevginin.
çözülmedik bir düğüm bırakmayın,
kini öfkeyi silin beyninizden,
insan olmanın hakkını verin,
yarına bir ışık olsun,
çocuklarınız utanmasın sizden...
ölümün elleri ceplerinde;
her daim hazır, her daim pusuda,
bugün burada, yarın başka bir yerde,
barışın tutuklanıp,
savaşın yargıç olduğu,
toprağına ölüm ekilen yerler;
ister adına kutsallık ekle,
ister vatanseverlik,
ya da adalet,
ölümü ve öldürmeyi meşru kılmaz !
savaşı lanetleyin ,
sevgiye yol açın...
barış ve aşk,
belirsiz bir göç hazırlığında,
gönülsüz göçe "eğer" indirtmek için,
sevgiye yol açın,
bulutların üstüne çıksın.
gündüz güneşin;
gece ayın ışığı olsun.
yarına bir mektup yollayın,
sevgiden, aşktan, barıştan yana
beyninizi yüreğinizi birleştirin,
yalnızlığı kırın,
iziniz kalsın, gülümseten...
yalnızlık, sağır bir sessizlik,
ağlamaklı bir hüzün,
yalnızlığın sesi yok..
tozunu aldırın yalnızlığın,
içinizdeki sağır gürültüyü uyandırın.
bir ses verin hüzzam makamında
veya bir türkü olsun yalnızlığı yırtan,
orada umutlarınız, umutlarımız saklı,
tam yüreğinden tutunun hayalin,
bir yağmur damlası kadar ıslak,
yarin kucağı kadar sıcak.
umutsuzluk girdaplarını kırın,
gözlerinizde biriktirin denizlerin coşkusunu,
alın tozunu hayalin,
tükürün yüzüne,
savaşın, kinin ve yoksulluğun...
haydi yardım et değelim buluta,
sevgiye yol açılsın dünyada...
(bkz: necat iltaş)(2001)
hayalleri umuda yol aldırın,
maviyi üstüne örtün sevginin.
çözülmedik bir düğüm bırakmayın,
kini öfkeyi silin beyninizden,
insan olmanın hakkını verin,
yarına bir ışık olsun,
çocuklarınız utanmasın sizden...
ölümün elleri ceplerinde;
her daim hazır, her daim pusuda,
bugün burada, yarın başka bir yerde,
barışın tutuklanıp,
savaşın yargıç olduğu,
toprağına ölüm ekilen yerler;
ister adına kutsallık ekle,
ister vatanseverlik,
ya da adalet,
ölümü ve öldürmeyi meşru kılmaz !
savaşı lanetleyin ,
sevgiye yol açın...
barış ve aşk,
belirsiz bir göç hazırlığında,
gönülsüz göçe "eğer" indirtmek için,
sevgiye yol açın,
bulutların üstüne çıksın.
gündüz güneşin;
gece ayın ışığı olsun.
yarına bir mektup yollayın,
sevgiden, aşktan, barıştan yana
beyninizi yüreğinizi birleştirin,
yalnızlığı kırın,
iziniz kalsın, gülümseten...
yalnızlık, sağır bir sessizlik,
ağlamaklı bir hüzün,
yalnızlığın sesi yok..
tozunu aldırın yalnızlığın,
içinizdeki sağır gürültüyü uyandırın.
bir ses verin hüzzam makamında
veya bir türkü olsun yalnızlığı yırtan,
orada umutlarınız, umutlarımız saklı,
tam yüreğinden tutunun hayalin,
bir yağmur damlası kadar ıslak,
yarin kucağı kadar sıcak.
umutsuzluk girdaplarını kırın,
gözlerinizde biriktirin denizlerin coşkusunu,
alın tozunu hayalin,
tükürün yüzüne,
savaşın, kinin ve yoksulluğun...
haydi yardım et değelim buluta,
sevgiye yol açılsın dünyada...
(bkz: necat iltaş)(2001)
balalayka, lavta ailesinden rusyaya özgü bir telli çalgı türüdür.
yılın maçı...
15 yıl boyunca gırgır dergisinde oğuz aral’la beraberliği var. çizimleri, hayata bakışı,insana verdiği değer açısından hem iyi bir anatçı, hem de iyi bir insan...
icra ettikleri müzik, tekrar tekrar dinlenilecek yorumda.
kaliteli ve seçkin...
kaliteli ve seçkin...
düş
düşler giyindim,
tenim yok.
gönül ocağıma gömdüm seni.
közlenirken yavaş yavaş,
eriyen bir kurşun olur,
tahta tasa düşerken gözler,
nazardan nazar alır.
ölüm bile yetmez artık,
üflesem soğuyacak,
ortada gerçek yok…
çünkü;
giyindiğim düş
ve
ortada
tenim yok…
necat iltaş (2007)
düşler giyindim,
tenim yok.
gönül ocağıma gömdüm seni.
közlenirken yavaş yavaş,
eriyen bir kurşun olur,
tahta tasa düşerken gözler,
nazardan nazar alır.
ölüm bile yetmez artık,
üflesem soğuyacak,
ortada gerçek yok…
çünkü;
giyindiğim düş
ve
ortada
tenim yok…
necat iltaş (2007)
idarenın tum eylemlerının istisnasız yargıya acık olması demek.
demokratik devlet ile hukuk devleti bir birinin içine geçmiş iki kavramdır. bir devletin demokratik devlet olması için hukuk devleti de olmasıdır. aynı şekilde hukuk devleti olarak tanımlanmak içinde demokrasi gerekir.
demokratik devlet ile hukuk devleti bir birinin içine geçmiş iki kavramdır. bir devletin demokratik devlet olması için hukuk devleti de olmasıdır. aynı şekilde hukuk devleti olarak tanımlanmak içinde demokrasi gerekir.
anadoluya özgü rum müziği.
sevgiyi, acıyı ve coşkuyu en iyi anlatan bir müzik türü.
sevgiyi, acıyı ve coşkuyu en iyi anlatan bir müzik türü.
insanca yaşamanın temel kıstası.
bugün "türkiyenin ortaçağ karanlığına kaymasına karşıyım" diye bir açıklamada bulundu.
"ufukta umut,
umutta ufuk yüklü bulut,
rüzgârla esmek istiyor gönlüm.
yağmur yağdırır yüreğime
sırtında kaf dağını taşıyan spartaküs.
tılsımında ebabil,
küle gizlenmiş kor ateş,
söküklerini dikiyorum gecenin,
boğulmuş güne rehin.
söndürüyorum ışıklarını yalnızlığın,
nasılsa gece, yakamoz düşürdü denize.
ufukta umut
umutta anka…
necat iltaş "
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?