requiem for a dream

0 /
kanlikalem
izleyeli belki 2 yıl oldu hala etkisinden kurtulamadım. izlerken içinize tuhaf bir karamsarlık çöküyor. ibretlik sıfatı tam da bu filme uygun. ruhunuz daralıyor ama film sarıveriyor insanı. bitince de hayattan soğumuşlukla, halinize şükretmek arası bir etki yaratıyor. güzel film mutlaka izlemek lazım.
donkraspi
beni buralardan oralara, oralardan buralara savuran üst üste bıkmadan dinlenebilen bir basyapıt. dogrusu bu sarkıyı ilk haberlerde duymustum herkes gibi ve o günden beri deli gibi aradım durdum senelerce.
lenix
ben dünyadaki tüm filmleri izlemedim fakat yinede hiç bir filmin ’’bir rüya için ağıt’’ kadar insanın tahammül sınırlarını zorlayabileceğine ihtimal vermiyorum. filmin o kadar sert ve vurgulu bir anlatımı var ki bir yerden sonra bitmesi için yalvarıyorsunuz. filmin bu kadar etkileyici olmasının en önemli nedeni muhatabı olarak vicdanımızı alıyor olması bence... her ne kadar izleyenlerde filmde görünenler gerçeküstü ve hayal ürünüymüş gibi bir izlenim bıraksada film bize acı gerçeklerden başka bir şey sunmuyor. yönetmen darren aronofsky’nin seçtiği bu normal ötesi görsel yapı ve anlatım tarzının en önemli nedeni ise bize gerçekleri olabildiğince vurgulu ve çarpıcı bir şekilde sunmak... bunuda fazlasıyla başarıyor zaten.

film sara goldfarb (ellen burstyn) isimli dul ve yaşlı bir kadının, oğlu harry’nin, onun sevgilisi marion’un ve bir uyuşturucu dağıtıcısı olan tyrone’ın yaşamlarını mercek altına alıyor. bu dört karakterde birer bağımlıdır. sara televizyon, diğerleri ise birer uyuşturucu bağımlısıdır, ve hepsinin birer hayali vardır. sara her gün izlediği tv şovuna oğlunun mezuniyetinde giydiği ışıltılı kırmızı elbisesiyle katılmayı hayal etmektedir. harry ve tyrone ise uyuşturucu dağıtımından çok para kazanarak zengin olmayı hayal etmektedirler. ama hiç bir şey umdukları gibi gitmez, çünkü hayallerimiz çoğu kez gerçeklerden çok uzaktadır ne yazık ki.

film genel yapı olarak dört bölüme ayrılmıştır; ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış. bu karakterlerin ruh hallerini ve yaşamlarını özetlemek içinde doğru bir seçimdir. ilkbahar umutların yeşerdiği ve bir gün hayallerin gerçek olacağının düşünüldüğü zamandır. yaz ise hayallerin gerçekleşir gibi olduğu ve gerçekleşmeye çok yaklaştığı zamandır, ve sonbahar gelir, aksaklıklar yaşanmaya başlar, hayallerin gerçekleşmiyeceği görülür. en son olarak ise kış gelir, kaçınılmaz sonlar gerçekleşir, dibe çöküş başlar. bence filmin asıl derdide bu, yani acı gerçekleri bütün çıplaklığıyla sunmak, ne uyuşturucu kullanımının çok yanlış olduğunu göstermek (ki aslında film bunuda yapıyor, hatta rahatlıkla diyebilirimki çok az film bu film kadar çarpıcı bir şekilde uyuşturucunun zararlarını ve insana neler yaptırabileceğini gösterebilir), ne de tv bağımlılığının çok kötü sonuçlar doğurabileceğini göstermek, herşeyden önce, asıl olarak hayallerimizin her zaman gerçekleşmiyeceği gerçeğini gözümüze sokmak...

hayatını en trajik bulduğum kişi ise kesinlikle sara goldfarb. bu dul ve yaşlı kadının günleri evini temizlemek, yemek yemek ve televizyon izlemekle geçmektedir. herkes artık onu unutmuştur ve kendisi korkunç bir yanlızlık çekmektedir (filmin ortalarında oğluyla yaptığı konuşmaya özellikle dikkat çekmek isterim). bir gün evini birisi arar ve kendisine bir tv şovuna konuk olarak katılabileceğini söyler. bu onu çok heyecanlandırır, her gün hayranlıkla izlediği tv programına katılacak, insanlar onu alkışlayacak, onu tanıyacaklardır. ama tv şovunda giymeyi hayal ettiği ışıltılı kırmızı elbisesine girebilmek için kilo vermesi gerekmektedir. bunun için diyete başlar, aşırı kilosu olduğu için en zorlu diyeti seçer. bu onun için çok ağır bir yük olur ve bir müddet sonra nereye baksa yiyecek görmeye başlar. doktor ona kendisinde bağımlılık yapacak iştah kesme hapları önerir ve onun için kaçınılmaz son gerçekleşir. sara goldfarb karakterinin psikolojik dibe vuruşunun izleyiciyi bu denli etkilemesinde oyuncu ellen burstyn’in büyük payı var elbette, kendisi mükemmelin ötesinde dehşet verici bir performans sunuyor.

filmin çok titiz ve kaliteli bir müzik çalışması var. müzikler çoğu kez tedirgin edici ve bir şeylerin yolunda gitmeyeciğini hissettirir nitelikte. aslında film gücünü müzikleri kadar bilinçli olarak yoğun kullanılan ses efektlerinden de alıyor. ses efektleri aracılığıyla karakterlerin kullandığı nesnelere kasıtlı bir vurgu yapılıyor, böylelikle yaptıkları eylemlerin altı çiziliyor. özellikle bağımlı karakterlerin uyuşturucu alımlarının gösteriliş şekli kesinlikle takdire şayan. zaten yönetmen filmde neredeyse bütün anlatım teniklerini kullanıyor, hatta bu konuda sınırları zorluyor diyebilirim. hiç bir yönetmende olmayan bir stili var. filmin hikayesini anlatırken kalıplaşmış hiç bir formüle sırtını dayamıyor, ve bu yüzdende tebrik edilmeyi hakediyor.

ayrıca filmle ilgili rick blaine tarafından yazılmış çok iyi bir blog var; bir rüya için ağıt. sanırım artık yok ama yinede bu yazısından dolayı tebrik etmek gerek kendisini, ve birde aldığı ikinci yoruma verdiği cevaptan dolayı. çok iyi bir yazı kaleme almakla birlikte filmide çok iyi savunmuş, yoruma verdiği cevabın altına imzamı atabilirim.

bu filmi sinemasever olduğunu iddia eden herkes hayatında en az bir kere görmeli. sıradışı filmleri sevenler ise kesinlikle görmeli. yalnız uyarmalıyım, film cidden çok çarpıcı ve sert bir anlatıma sahip. hatta bazı kimselerin filmin ilerleyen kısımlarında midesi bulanabilir, kusma isteğine kapılabilirler. film sizin canınızı mecazi anlamda değil, gerçek anlamda acıtıyor, ikinci kez izlemek ise gerçek bir cesaret işi.
laughter
her ne kadar çoook başarılı ve kaliteli olsa da, izleyenin bahsi açıldığında ’abi süper filmdi yaa hadi bi daha izleyelim’ diyemeyeceği film. bıraktığı etkilerden dolayı sıkar biraz.
delirtmeyinlanbeni
görüntünün mükemmel olduğu yalandır. sahnelerinden birinde mikrofonu bile görebilirsiniz havada sallanan fakat bu etkileyici olmadığı anlamına gelmez. mutlu bir gününüzde izlemeyin, en iyisi zaten mutsuzken izlemek.
laughter
insanı inanılmaz bir ruh haline sokan film. film bittiğinde bir süre ekrana boş boş bakıyorsunuz ve uzun süre etkisinden kurtulamıyorsunuz.

evet ruhsal açıdan izlemesi fazla riskli ama kesinlikle gerekli bir film. öyle klasik şekilde uyuşturucunun kötülüğünü anlatmıyor. tüm etkileyiciliğini kullanarak seni o illetten tiksindiriyor kelimenin tam anlamıyla.

eğer ki uyuşturucuya meyilli veyahut kullanan birileri varsa etrafta, kesinlikle bu film izletilmelidir. %99 bırakacaklarını düşünüyorum.
nickten yana sansim yok
filmin finali ve çekimin güzelliği öylesine etkiliyor ki adamı... yönetmen ayakta alkışlanmalı...

film, bağımlı tüm karakterlerin yataklarında yatarken cenin pozisyonuna dönmeleriyle bitti. insanın özüne dönüşü bu kadar çarpıcı anlatılamazdı...
veron4
filmin asıl yıldızı ellen burstyn’dir. gerçekten halüsinojen kullanmış gibi olağanüstü oynamıştır.
made in heaven
bu filmi izleyipte "bak lan uyusturucu ne pis bir sey,ne hale sokuyo insani" diyebilecek bi tipseniz izlemenizde sakinca yok.ancak akli basinda normal bir vatandas iseniz bu filmi kacirmaniz size hicbir sey kaybettirmez,aksine iki saatlik bir ic karartisindan kurtulmus olursunuz.ha ben illa uyusturucu temali film izleyecegim diye diretiyorsaniz gidin trainspotting izleyin amina koyim.
valequentill
filmi izledikten sonra bendemi bagimli olsam diye dusunmeye baslar insan.. bi bagimlilik bu kadar vurucu , bu kadar etkileyici anlatilamaz ki..
cokoprens
çok kral film. çünkü sıradan insanın bağımlılıklarıyla, madde bağımlılığı ancak bu kadar işlenebilirdi. meşru görülen bağımlılıklar ve gayrimeşru bağımlılıklar yaa ya.
orqn
30 second to mars’ın solıdtının(adını bılmıyorum)basrolunde oydıgı fılm.melankolik anlarda ızlemesı ınsana uyusturucuya yonlendırebılır.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol