nazım hikmet

7 /
inanna ishtar
vatan haini

``nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala,
amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet
nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
bir ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntularla,
bir ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında amiral vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, amerikan amirali amerika, bütçemize 120milyon lira hibe etti 120 milyon lira.
``amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet
nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim
vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tınaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala....


inanna ishtar
çağdaş türk şiirinin büyük ustası nazım hikmet (ran) 3 haziran 1963’te moskova’da öldü. 15 ocak 1902’de selanik’te doğan nazım hikmet, babası hikmet nazım tarafından mehmet nazım paşa’nın, annesi celile hanım tarafından leh asıllı mustafa celalettin paşa’nın torunuydu. göztepe taşmektep’teki ilk öğreniminden sonra galatasaray ve nişantaşı sultanilerinde okudu. balkan savaşı yenilgisinden duyulan üzüntüyü dile getirdiği “feryad-ı vatan” ve “şehit dayıma” gibi ilk şiirlerini çocuk denebilecek yaşlarda yazdı. 14 aralık 1914 tarihli “bir bahriyelinin ağzından” başlıklı şiirini aile dostlarından bahriye nazırı cemal paşa’ya okuyunca, çok duygulana paşanın isteğiyle nişantaşı sultanisi’nden ayrılıp bahriye mektebi’ne kaydoldu.
buradaki öğretmenlerinden yahya kemal’in ilgi ve desteğini gördü. bahriye mektebi’ni bitirdikten sonra hamidiye kruvazörü’ne stajyer güverte subayı olarak atandı. 1919 kışında zatülcenpe yakalandı, iyileşemeyince 17 mayıs 1920’de sağlık kurulu raporuyla çürüğe çıkarıldı. istanbul’un işgali üzerine “kırk haramilerin esiri”, “yaralı hayalet”, “çanakkale masalı”, “sarı zeybek” gibi ulusalcı şiirler yazdı. alemdar gazetesinin açtığı yarışmada “bir dakika” adlı şiiriyle birinci oldu. 1921 baharında milli mücadele’ye katılmak amacıyla vala nurettin (va-nu), yusuf ziya (ortaç) ve faruk nafiz (çamlıbel) ile inebolu’ya geçti. ankara’dan “harcırah ve müsaade” beklerken tanıştığı “spartakistler” diye anılan komünist eğilimli gençlerden sovyet devrimi hakkında pek çok şey öğrendi. beklenen izin gelince va-nu’yla birlikte inebolu’dan ankara’ya yürüyerek gitti. kendilerinden istenen ilk görev istanbul gençliğini milli mücadeleye çağıran bir şiir yazmalarıydı. üç günde yazdıkları şiir çok beğenildi ve matbuat müdürlüğü’nce 10 bin adet bastırılıp dağıtıldı. bu arada mustafa kemal paşa’ya takdim edildiler. cepheye gitmek için başvurdukları matbuat müdürü muhittin bey (birgen) milli eğitim’de görev almalarını istedi. 14 haziran 1921’de öğretmen olarak bolu sultanisi’ne atandılar. ancak gizli polisin ve tutucu çevrelerin baskıları nedeniyle burada fazla kalamadılar. öğrenimlerini ilerletmek ve kendilerini koruyan bolu ağır ceza mahkemesi reis vekili hilmi ziya bey’in sovyet devrimi hakkında anlattıklarını yerinde görmek amacıyla trabzon üzerinden batum’a gittiler (30 eylül 1921). 1922 temmuz’unda trenle moskova’ya geçtiler ve kutv’a (doğu ülkeleri emekçileri komünist üniversitesi) kaydoldular. moskova’da rus şiirini yakından izleyen, mayakovski’yle tanışan, konstrüktivist çevrelere giren nazım’ın oradan gönderdiği bazı şiirleri aydınlık ve yeni hayat’ta yayımlandı. aynı dönemde kutv’da okuyan nüzhet hanım’la evlendi. üniversite bitirince 1924 ekim’inde sınırı gizlice geçerek türkiye’ye döndü, aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. eşinden ayrıldı. 1925’te basımevi kurmak için gittiği izmir’de aydınlık yazarlarının tutuklandığını, kendisi hakkında da 15 yıl gıyabi mahkumiyet kararı verildiğini öğrendi ve yine gizlice moskova’ya gitti. 1928’de bakü’de ilk şiir kitabı güneşi içenlerin türküsü’nü yayımladı. aynı yıl, af yasasından yararlanmak amacıyla türkiye’ye gizlice girerken yakalandı. rize mahkemesi’nce üç gün hapis cezasına çarptırıldığı halde ankara’ya gönderildi, oradaki yargılamada eski mahkumiyeti kaldırıldı; ancak moskova’dayken gıyabında verilen 3 aylık mahkumiyeti çekmesine karar verildi. bu süreyi zaten tutuklu olarak geçirdiği için serbest bırakıldı; serel’lerin çıkardığı resimli ay‘da düzeltmen olarak çalışmaya başladı.1929’da edebiyat dünyasına bomba gibi düşen 835 satır’ı yayımladı. resimli ay’da “putları yıkıyoruz” başlıklı ünlü kampanyayı başlatarak dönemin tanınmış yazarlarını eleştirdi. aynı yıl çıkan jokond ile si-ya-u’yu, 1930’da varan 3 ve 1+1=1, 1932’de benerci kendini niçin öldürdü? ve gece gelen telgraf izledi. istanbul’da dağıtılan bildiriler yüzünden 1933’te bir kez daha tutuklandı, bursa’ya gönderildi. 4 yıllık mahkumiyeti 1934 affı nedeniyle bir yıla düştü. 1,5 yıldır tutuklu olduğu için özgür kaldı. istanbul’a dönerek akşam’da orhan selim takma adıyla fıkra yazarlığına başladı; 1935’te piraye altınoğlu ile evlendi. ertesi yıl bir başyapıt olan simavne kadısı oğlu şeyh bedreddin destanı’nı yayımladı. 1938’de ordu içinde komünizm propagandası yapmak ve askeri isyana teşvik etmekle suçlanıp iki ayrı davadan toplam 28 yıl 4 ay hapse mahkum edildi. iatanbul, çankırı, bursa cezaevlerinde 12 yıl 7 ay yattı. büyük yapıtı memleketimden insan manzaraları’nı hapisteyken yazdı. 1946’da tbmm’ye başvurarak “adli hata”ya kurban gittiğini belirtti ve affını istedi, ama sonuç alamadı. şairin yok yere mahkum edildiğini söyleyen ahmet emin yalman’ın 1949’da vatan’da başlattığı af girişimi, 1950’de nazım’ın açlık grevine başlamasıyla geniş çaplı bir kampanyaya dönüştü ve dp’nin çıkardığı af yasası’nın kapsamına alınması sağlandı. 15 temmuz 1950’de özgürlüğüne kavuşan nazım, geçimini senaryo yazarlığıyla sağlamaya başladı; 1951’de piraye hanım’dan ayrılıp münevver andaç’la evlendi. “sağlam” raporu verilerek askere sevk edileceğini öğrenince romanya üzerinden moskova’ya kaçtı. sürgünlük yıllarında dünyanın birçok ülkesini dolaştı, konferanslar verdi, ama aklı hep türkiye’deydi. 25 temmuz 1951’de yurttaşlıktan çıkarıldı. bu karara “beni türklükten, halkımın evladı olmaktan hiçbir kuvvet çıkaramaz” diyerek tepki gösterdi. 1952’de çin gezisi sırasında geçirdiği enfarktüs krizinden sonra uzun süre doktor kontrolünde yaşadı. 1963’te bir kalp krizi daha geçirerek “güzelim dünya elveda/ve merhaba/kainat” dedi. nazım hikmet, ilk şiirlerinde hece veznini kullanmasına rağmen bireyci anlayıştan uzak durmuş, tevfik fikret, mehmet emin, mehmet akif gibi toplumsal içerikli şiir anlayışını seçmişti. sovyetler birliği’nde tanıştığı devrimci ve yenilikçi sanat hareketleri, şiirinin biçim ve biçem açısından hızla değişmesini sağladı. bir orkestra gibi kullandığı serbest nazımla özü biçimin bağlarından kurtardı. 1936’ya kadar yayımladığı şiir kitaplarıyla geleneksel şiirin değerlerini kökünden sarstı; yeni bir şair kuşağının yetişmesine yol açtı. şeyh bedreddin destanı’nda modern şiirin olanakları ile geleneksel biçimleri buluşturarak “ulusal bireşim” sağlamayı başardı. düzyazı, senaryo, şiir tekniklerini harmanlayarak benzersiz bir yapı kurduğu memleketimden insan manzaraları’nda ikinci meşrutiyet’ten ikinci dünya savaşı sonrasına uzana geniş bir zaman diliminde, dönüşen türkiye’nin toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlarının yanı sıra dünyanın faşizm ve savaş olgusunda odaklanan sorunlarını da destanlaştırdı. yüzyılımızın en büyük şairlerinden biri sayılan nazım hikmet’in 1930’ların sonlarından bu yana yasak olan şiirleri ana dilinde ancak ölümünden iki yıl sonra yayımlanmaya başladı.
newsted35
cezaevi denetimine adalet bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:

"- nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?" der.
nazım’i odaya getirirler. müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve:
"-demek nazım hikmet sensin", der. nazım’a oturması için yer göstermez.
kısa bir konuşma sonrası, “gidebilirsiniz” der.

nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:
"-ömer hayyam adını duydunuz mu?" diye sorar. müfettiş hemen atılır:
"-kim bilmez ki hayyam’ı"
nazım:
"-hayyam zamanında iran hükümdarı kimdi?" diye sorar.
müfettiş şaşırır. nazım konuşmasını sürdürür,

"görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. yıllar sonra beni dünya anımsayacak, ama dönemin adalet bakanını ve sizi kimse anımsamayacak" der ve çıkar.

müfettiş yaptığı yanlışı anlar, nazım’ı geri çağırır ama nazım koğuşunun yolunu tutmuştur, asla geri dönmez.

greyfurt
iki yeni şiiri bulunmuş şairdir.

*** *** ve (?) işaretleri metinde okunamayan bölümleri işaret ediyor.

---1. şiir---

müşterek zahmet (*)

gözlerimiz
şeffaf
temiz
damlalardır
her damlada
demire can veren dehanın
bir küçücük
zerresi vardır
şeffaf
temiz
damlalarıyla gözlerimiz
bir umman içinde birleşmeseydi eğer
her zerre
dağılsa idi başka bir yere
dinamolarla durmayanları çiftçileştirerek
çelik dağları sof bir klak gibi döndüremezdik!
müşterek zahmetin şamateri
yakan
*** *** çevirir akan
istimar(?) ateşini
şem’asız kibrit gibi söndüremezdik
şeffaf
temiz
damlalarıyla gözlerimiz
bir umman içinde o kadar karıştı ki
kaynayan suda buzu
nasıl eritirse deniz(?)
işte biz de
birbirimizde
öyle kaybolduk
yükseldi müşterek zahmetin şamateri!
demire can veren dehayı bulduk

moskova / názım hikmet

(*) názım hikmet (ran), müşterek zahmet, yeni hayat, halk iştirakiyyun fırkası’nın náşiri-i efkárı, ikaz matbaası, ankara, 5 austos 1922, sayı: 18. s. 6

---2. şiir---

vehbi ve náfi kardeşlerimin acılarına:
aldığım bir mektup (**)

1337 mart ankara
dün gece mektup aldım bir felakete dair
siyah satırlarında şöyle yazılı:
"şair!
bilmiyoruz nereden başlamalı biz söze
kara bir hançer gibi zavallı gönlümüze
saplanan son acıyı sen de duyuyor musun?
yoksa hülyalarınla hálá uyuyor musun?
boşluklara atılan ruhumuza bu bir sır:
bilmiyoruz gönüller bu kadar yakın mıdır?
dileriz derdimizi avutmasın seneler
bize son vazifeni yapmış olursun eğer
zavallı gönlümüzde bu derin mátemi sen
rüba beyin sesiyle ebedileştirirsen...
ah bir hale düştük ki duysa káinat ağlar
hem bir kardeş kaybettik, hem çok sevgili bir yár
biz gurbette ağlarken o da gurbette öldü
biz gurbete gömüldük, o toprağa gömüldü...
şimdi o uzaklarda, çok uzaklarda bizden!
hayaline ağlayan yorgun gözlerimizden
yüzü rüyalardaki yüzler gibi kayboldu.
zaten o bir çiçekti bir çiçek gibi soldu
bir bahçeye gitti ki açılmaz çiçekleri
kahpe felek kendini bildiği günden beri
gökler zulümleriyle bu kadar alçalmadı.
artık güzelliklere imanımız kalmadı.
hiçbir ümidimiz yok hiçbir gayemiz de
şair? fani neşeyi artık arama bizde
şimdi biz bir hayale ağlarız için için
tesellisi olmayan gönüllerimiz için
sade ona kavuşmak tesellidir diyoruz
ona kavuşmak için ölümü bekliyoruz

müstensihi (aktaran)

názım hikmet

(**) názım hikmet (ran), aldığım bir mektup, anadolu duygusu, ikaz matbaası, ankara, 1337 (1921), sayı: 7, s. 103.

çankaya belediyesi çağdaş sanatlar merkezi yöneticisi sayın ömer türkoglu ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ederiz

kaynak:http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=294451

not: edebiyat bilgim yetersiz oldugu icin yeterince düzenleyemedim. pek anlasilir, kolay okunur olmayabilir. düzenlenmiş halini bulan birileri yazarsa nede hos olur.
yagmurlukgiyenbalik
yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden yoruldun
gözlerim yangınlardı
kuyulardı gözlerim
bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün
ayak işlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmaz bu ağırlık olacak

31 mayıs 1962
moskova
angelus
45 sene önce bugün aramızdan ayrılan, ve hala daha o arzu ettiği çınarın gölgesine kavuşamamış olan şair.
blackwhite
çok sevdiğim bir şiiri

denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir adam
durmuş düşünür.

bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
ne o, ne o, ne o.
deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
blackwhite
yaşamaya dair

yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için...

şubat 1948
tandt
3 haziran 63u
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
okşar yanan alnını nazim ustanın
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
...
haziranda ölmek zor...
7 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol