şeker hastalığı

hayalbaz
1-pankreas da uretilen bir hormon olan insulinin yoklugu, yetersizligi veya etkisizligi nedeni ile besinlerle alinan normal miktarda karbonhidtartin bile metabolize edilememesi sonucu kan sekerinin yukselmesi.

2-ketoasidoza neden olabilecek hastalik. gen tedavisinde eger basari saglanirsa ileriki yillarda. bu hastalik da tarihe karisacaktir. ayrica iki tipi vardir bu hastaligin, tip 1 ve tip 2. tip1 de insulin uretilmez pankreas tarafindan yahut uretilen insuline karsi cevap olmaz. tip 2 ise yaslilarda gorulen tiptir. insulin ya az uretilir yahut insuline az cevap vardir. bu nedenle tip 2 diyet ve glucobay denen bir hap ile tedavi edilebilir. tip 1 de ise insulin ignesi olmak zorundasiniz kacis yok gibi. ilerleyen zamanlarda diyabet gozlerde xylol birikmesine bagli olarak korluge yol acabilir. sismanlik ise diyabete yol acabilecek bir risk faktorudur.

3-kan şekerinin sürekli değişmesi vücutta tahribata yol açıyormuş, bu tahribat kalıcı olacağı (tedavisi mümkün olmadığı) için çok dikkat edilmesi gereken bir hastalık diyabet. ailesinde tip 2 diyabet hastası olanlar belirli aralıklarla açlık ve tokluk şekerlerini ölçtürmeliymiş, çünkü bu hastalık genlerle aktarılabiliyormuş.

4-doğuştan insülin eksikliğinden kaynaklanan cinsi, kanada ve ingiltere’de hücre nakli yöntemiyle bir daha insülin enjekte etmeye gerek olmayacak şekilde tedavi edilebilen hastalık...

5-aşırı stres ve yetersiz beslenme sebebiyle 10 yıl önce beni de grubuna dahil eden tıp dilinde
diabetes mellitus halk dilinde şeker hastalığı diye anılan birlikte yaşanası zor hastalık.
bünyemi günde dört defa iğneye zorlayan, insanı kendi kendisinin doktoru etmek zorunda bırakan
hiperglisemisinin tehlikeli olduğu kadar hipoglisemisinin de tehlike arz ettiği, insanın terinden ve ağzından,
yüksekliği halinde aseton kokusu yayan, sindirim sistemini yavaşlattığı ve bağırsak tembelliği yaptığı için,
insanı dokuz aylık hamile kıvamına sokan, bir yükselip bir düşerek bünyede ödem yapıp gün içinde üç beş kilo farkettiren, sinir sisteminde tahribat yaratan yani sinirli ve alıngan olmanıza da büyük bir etken olan
iyi beslenme zorunluluğu olduğu için zengin hastalığı olarak adlandırılan ve ilaç masrafları aşırı olduğundan mutlaka sigortalı olmayı gerektiren, yaşamayanın anlayamayacağı, ömür boyu barış anlaşması imzalamanız gereken illet.

6-en tehlikeli hastalık türlerinden biridir. öncelikle sinsidir. sinirsel ve aşırı üzüntüye bağlı olarak ortaya çıkması yüksek bir ihtimaldir. bunun yanında ırsi ve yanlış ilaç kullanımı sonucu başgösterdiği de bilinmektedir. nitekim zor bir hastalıktır, ömür boyu yediğinize içtiğinize, duygularınıza, sinirlerinize dikkat etmek zorunda kalırsınız. bu hastalığa sahip olanların psikolojik açıdan hassas olduğu görülür, sevenlerinin de en az onlar kadar hassas davranması gerekmektedir. insülin ve perhiz neredeyse şarttır. dikkat edilmezse, önce göz, akabinde böbrekler olmak üzere pek çok organın işlevine son verir. tavsiyelere uyulursa turp gibi yaşamaya devam edilir, biraz da gamsız olmak gerekir.

7-ciddi bir rejim uygulanması gereken hastalık.
özellikle tip 2 için ilaçlar yeterli kalmamakta ve yapılan rejimin devamlılığı sağlanmak zorundadır. yaşam biçimi haline gelicek bir beslenme şekli ve düzenli kontroller ile kan şekerini dengede tutmak ve düşürmek mümkündür.

kan şekerinin ; aşırı susama, sık idrara çıkma , ayak ve genital bölgede kaşıntı, bulanık görme gibi belirleyici özellikleri ancak kan şekeri normal sınırlarının oldukça üzerine çıktığında ortaya çıkar. bu yüzden tip 2 grubuna giren insanlar ve yaşları 50 nin üzerindeki insanlar hiç bir belirti olmasa dahi 6 ayda bir şekerlerini ölçtürmeleri gerekir.(şeker hastaları şekerin yüksekliğine bağlı olarak 1 hafta/ 1 ay gibi belli süre aralıklarında devamlı ölçüm yaptırmalıdır.)

birçok organı sinsice tahrip eden bu hastalığı hafife almamak ve gerekli önlemleri alarak yaşama devam etmek çok önemlidir.

8-birlikteliğimde neredeyse on yılımızı devirmek üzere olduğum, arkadaşım, prangam, yeri geldiğinde bakkalın çırağı, yeri geldiğinde uyuz bir taksici, adama kafayı takan hoca olan hastalık. şimdi bu resmiyeti bırakalım. eğer bu başlığı okuyorsan muhtemelen bu hastalıkla yeni tanıştın ya da yakın bir tanıdığın bu hastalığa yakalandın.

diyabet çok ciddi bir hastalıktır, o yüzden "sadece farklı besleniceksin", "kendine daha dikkat edeceksin", "şeker hastaları uzun yaşar" gibi sevgi pıtırcığı cümlelere inanmamak diyabetle birlikte güvenli ve rahat bir hayat geçirmekte -kanımca- en önemli adımdır. ikinci adım, en kısa sürede "neden ben" sürecini atlatmaktır, sen işte..yok ötesi, saçın neden sarı, baban neden beşiktaşlı ise diyabet de öyledir. oldu ve artık böyle, kabullenmemek sadece vakit kaybıdır. atlat bunu artık.

üçüncü adıma geçelim: yiyecekler..eğer yaşın çok küçük değilse, hayatta lezzetli olan her şeyin zararlı olduğunu bilmen gerekir. bu felsefe diyabette biraz daha geniştir. çünkü tür kadar miktar da işin içine girer, hatta daha da öne geçer.sözün özü yediğinin ne olduğuna dikkat etmen gerekir ancak ne kadar yediğin daha önemlidir.örneğin, iki paket kepekli diyet form her zaman bir coco star’dan daha yüksek kalori ve karbonhidrat içerir. aynı zamanda daha da lezzetsizdir. "bir coco star bana yeter" naifliğinde isen ikilemde kaldığında coco star’ı seçmen gerekir, ancak unutmaman gerekir ki, iki paket diyet bisküvi seni coco star’ın 2-3 katı uzun süre tok tutacaktır.

aspartam ve diğer tatlandırıcılar konusundaki tartışmaları zaten biliyorsun, ben on sene içinde üç farklı tür kullandım (sakarin, aspartam ve splenda), kendini bu maddelerden sakınmalısın veya kanserojendir demeyeceğim ama; come on man! bu dünyada hiç bir şey karşılıksız değildir. kalori içermeyen tatlı bir şey mi? iki kere düşünmen lazım.şimdilik kanıtlanmış bir şey yok ama, sen gene de kullanımını azalt ..kendine bu noktada yapabileceğin en süper kıyak, çay ve kahvede şekeri (tatlandırıcıyı) hemen bırakmandır. çüünkü kola ve diyet ürünlerden tatlandırıcıyı çıkartamayacağına göre, tüketimini azaltabileceğin tek yer burası...

spor, hmm, çok sevmediğim için bir şey diyemeyeceğim, ancak ne yaparsan yap, bacak ve ayaklarını uzun süre hareketsiz bırakma...yürümeye özen göster ve ağır sporlardan (body building, halter, bench ıvır zıvır) kaçın, çünkü bu tür sporlar vücut ağırlığını artırır, ve günün birinde bırakman gerekirse yağlanmanı hızlandırır. hazır yağ demişken sevgili dostumuz insüline de bir değinelim...insülin..senin oksijenindir evlat, onsuz kalman nefesini tutmaya (ya da gözünde daha iyi canlanacaksa pranga’nı kucağına alıp koşmana) benzer. insülin her zaman yapman gereken, yanında olduğunu bizzat kontrol etmen gereken, düzgün çalıştığını ve nefasetini koruduğunu bilmen gereken bir şeydir. bünye ve tedaviye göre değişmekle birlikte insülin yokluğunu teknik olarak ancak 4-6 saat fark etmezsin, 6-10 saat arasında şekerin 250 seviyesini geçeceği için yüksek şeker hissini yaşamaya başlarsın. 12 saatin ötesini ise, şükür rabbime, daha görmedim tavsiye de etmem.

"peki, insülin süpersonik bir şey değil mi?" hayır arkadaşım değil, konunun başında da ima ettiğim gibi insülin yağlanmayı artırır. yani ne kadar çok insülin alırsan kanındaki glikoz yağlanma sürecine o kadar fazla girer (mutlaka teknik anlatımı farklıdır, dilimiz bu kadar dönüyor) . "e peki şekerimi normal düzeyde tutmak için insülin gerekmiyor mu?" gerekiyor...ama az miktarda (doktorunun uygun gördüğü miktarda)...eğer kalorisi yüksek besinler tüketir, kaçamağı da insülinle kapatmaya çalışırsan yağlanırsın, yağlanıp kilon artarsa da insülin ihtiyacın artar, yani bu girmememn gereken bir kısır döngü...peki kaçamağı insülinle kapatmaya çalışmazsan ne olur?...hey... o zaman bu satırları okuyamaman lazım...(evet iğrenç bir şaka oldu) yüksek şeker göz böbrek ve sinirlerde komplikasyonlara neden olup hayatını tamamen zehir edebilir..aman dikkat.

gelelim diğer fizyolojik sorunlara, burda şimdi iki saat şöyle komplikasyon olur, ayağın düşer, p… şişer muhabbeti yapmayayım...akıllı biriysen zaten bunlarla kendini yeterince korkutup kendine dikkat ediyor olman gerekir. benim değinmek istediğim konu sağlığını etkileyebilecek diğer konular...söz gelimi grip, nezle vs. olduğunda neler olacağı...öncelikle unutmamalısın ki senin metabolik bir rahatsızlığın var...bunu mutlaka gittiğin doktora ya da üfürükçüye söylemelisin...kişisel deneyimlerim, savunma ve dolaşım sistemindeki aksaklıklar nedeniyle antibiyotiklere daha muhtaç olduğum yönünde, yani normal birinin yatarak ya da tylolhotla geçiştirebileceği hastalığı sen aynı metodla atlatamayabilirsin...bol sıvı al...insülini artır...ve mutlaka doktora görün..doktoruna diyabetin olduğunu hatırlat! sonra benim gibi idrar yolları enfeksiyonunu antiseptikle geçirmeye çalışırken pipini düşürecek hale gelme...evet olayı kişiselleştirdim mutluyum...

hmm, sosyal durumlar...genç diyabetli, biliyorum alışması zor, utanç verici vs. ama çok çok özel bir nedenin yoksa, herkesin önünde insülinini yap.. kendini bundan kısıtlama, çünkü eğer sosyopat falan değilsen bir süre sonra yapmaya başlayacaksın, ne kadar erken o kadar iyi...özellikle bar tuvaleti gibi mikrop kapabileceğin yerlerde yapma, yapman gerekirse de sterilizasyona azami özen göster...bağışıklığın zayıf demiştim değil mi?...
çevrendeki insanları tanıma düzeyine göre 5’e ayır (şimdi uydurdum bunu), ve ilk dörde mutlaka rahatsızlığından bahset, özellikle 2 ve 3’te (arkadaş, akraba, iş arkadaşı, hoca, müdür vb..) bilmeyen kalmasın. çünkü bu insanlar -allah saklasın- senin acil yardıma ihtiyacın olduğunda muhtemelen orda olacaklar. ayrıca bugün arkadaşın olan adam, yarın sevgilin olabilir, o zaman o kadar süre sakladığın bir şeyi anında açık edemezsin falan..bunlar hep yaşanmış şeyler, o yüzden sözümü dinle..

kafana fazla takma, evet kör olabilirsin, ama bu diyabetle de olabilir, gözüne kalem sokarak da... kendini diyabetten, gözünü budaktan sakınır gibi koru, bu hem dikkatli olman hem de yaşayabilmeni sağlar.. doktor kontrollerini aksatma çünkü sen bir şeyler hissetmiyorken içinde başka bir melodi çalıyor olabilir, böbrekti ıvırdır zıvırdı, anneye babaya yalvaracak duruma gelme sonra (evet ikinci iğrenç komplikasyon şakasını da yaptık). insanlar -ama sadece çiğ insanlar- seni iğneleyeci konuşacaklardır, "ehe ehe yaptın mı iğneni", "olm o kız fazla gelmesin sana", "ay hayatta batıramam kendime o iğneyi".. vb türü zırvalıklarla illaki karşılaşacaksın, sana tavsiyem cevaplarını evde hazırlaman ve biri zevzeklik ettiğinde lafı direk tıkaman olur, çünkü alternatifi ancak acı bir yutkunmayla karşındakine bakmandır. en başta dedik bu böyle, neden diye sorma, lafı hazırla...

sözlerime son verirken burada yazdıklarımın tamamen kendi tecrübelerime dayandığını, doktoruna danışmadan coco star yememen gerektiğini hatırlatır, başladığın uzun yolda, komplikasyonsuz...insancıksız günler dilerim..

9-hipertansiyon ile birleştiğinde vücutta ciddi hasarlara neden olabilen hastalık. vücut direncini zayıflatır; göz, karaciğer, böbrek, sinir sistemi gibi en hayati noktalara nüfuz ederek yaşam kalitesini düşürür. hastalık en çok sinir sistemi üzerinde tahribata neden olur; görme sinirlerinin yıpranması körlüğe dahi sebep olabilir. el ve ayak sinirlerinde yaşanan en sık sorunlar ise karpal tunel ve tarsal tunel sendromlarıdır. bu nedenle şeker hastalarının yılda iki kez oftalmolog ve nörolog kontrolünden geçmeleri gerekir.

10-bu hastalığa sahip olan kadınların gebe kalmadan önce kan şekeri düzeyleri mutlaka normal sınırlarda ve kontrol altında olmalıdır. çünkü gebe kalındığı dönemdeki yüksek ve dengesiz kan şekeri seviyeleri bulunan hastalarda düşük yapma riski artmıştır ve anomalili bebek doğurma riski de 3-4 kat artmıştır. yüksek kan şekeri anne karnındaki bebek için gebeliğin her döneminde hayati tehlike oluşturabilir. diyabete bağlı, bebeklerin akciğer maturasyonu daha geç olur ve bu bebekler genelde iri* olurlar. eğer hasta kontrol altında olursa ve kan şekeri düzeyleri normal sınırlarda seyrederek bir gebelik geçirise bu riskler minimuma iner.

11- çok basit anlatacağım. 4 yaşındaki çocuğuna bile anlatabileceksin ne olduğunu.

şimdi; yediğin her şey vücudunda yakıta/enerjiye/şekere dönüşür. sen ne dersen de. biz şeker diyelim. bu şeker hücrelerine girer ve sen bu hücrendeki enerjiyi yakarak yaşarsın. hayatının temeli budur. işte bu hücrelerin kapısını açan madde "insülin"dir. sen bir şey yediğin anda vücutta insülin salgılanır ve tüm hücrelerinin kapağı açılır. içlerine enerji dolar ve yaşarsın. şeker hastalarında işte bu insülin yoktur (tip 1lerde, tip2 ye az sonra geleceğim). e insülin olmayınca hücreye hiçbir şey girmez. hücreye giren yaşam demek olduğu için de bir şeker hastası insülin vurmadığı takdirde bir kaç gün içerisinde "ölür". ayrıca beyine oksijen taşıyan şey de bu hücrelerdir. insülin olmayınca beyne oksijen de gitmez.

peki bu şeker yükseliği ne kanda? anlattım işte. kandaki şeker hücreye girmez ve kanın içinde gezinir. kılcal damarları tıkar. gözlerin kör olur, böbrekler iflas eder.

biz ne yapıyoruz peki? bir şey yemeden yarım saat önce insülin vuruyorz kendimize. bu insülin vücuttaki hücrelerin kapağını açıyor. sonra da yemek yiyoruz ve hücrelerimizi enerjiyle dolduruyoruz. bu enerji genellikle 6 saatlik oluyor. 6 saat sonra tekrar iğne vurmak gerekiyor. aynı cep telefonu gibi işte. şarj edip kullanıyoruz vücudu.

şimdi tip 2ye gelelim. tip1’de vücutta insülin üretimi olmuyor. tip2de ise insülin üretimi ya çok az oluyor ya da vücuttaki dokuların duyarlılığı azaldığı için insüline az tepki veriyor. bu hastalar bizim gibi (tip1ler gibi) iğne vurmaktansa ya insülinin etkisini artıracak ilaçlar ya da doku duyarlılığını artıracak ilaçlar alıyorlar. fark bu. ama şu da var. tip2 diye hemen sevinmeyin. tip1 de vücut gerekli insülini (sürekli denemeler sonucu) vücudun ihtiyacı kadar aldığı için genellikle tip1 hastalarında körlük, böbrek sorunları, ayakların kesilmesi, p…. kalkmaması gibi sorunlar çok geç kendini gösterirken, tip2lerde bu sorunlar çok çabuk ortaya çıkabiliyor. o yüzden "aman iyi, benimki tip2’ymiş, teleşa mahal yok" demeyin.

eğer diyabetli yakınlarınız varsa beslenmelerine dikkat edin. çok yerlerse ne olur? şu olur. hücreler vücuda giren insülin sonucu açılıp içleri dolunca kapanırlar. artan şeker ise kanda kalır ve işte kan şekeri yüksek deyimi buradan meydana gelir. kan pislenir yani. bu pis kan da damarları tıkar.

bir de aman diyeyim şeker hastası olmayan kişilere sırf denemek için insülin vurmayın. ben bir gerizekalı olarak 8 sene önce bunu yaptım. o zamanki kız arkadaşımla "hadi birbirimizin hastalıklarını anlayalım" olayına girmiştik. onun çok ağır psikolojik sorunları vardı. kullandığı ilaçlardan birer tane attım. attıktan yarım saat sonra kendimi kaybettim ve 3 gün balık gibi gezdim, yolda trafik levhasına omzum dokunsa ondan özür diliyordum. neyse; asıl konuya gelelim. tuttum ben de ona insülin yaptım (mixtard 30hm, 70e 30 karışım yani) hem de kendime yaptığım ünite kadar, yani 36 ünite.. ilk yarım saat güzeldi. sonrası ise kabus. komaya giriyordu. bir anda bayıldı ve zorlukla sayıklamaya başladı. kalp atışını dışarıdan görebiliyordum. o bildiğiniz kalp neredeyse göğüslerini dahi yarıp dışarıya çıkmaya çalışıyordu. hemen zorla tatlı bir şeyler içirdim. bir türlü kendine gelmiyordu. ölecek zannettim. bir doktor arkadaşıma sorduğumda bir kalp şeyine girmiş. kalp grafiği testere şeklinde oluyormuş bu şeyde ve deli gibi çarpmasına rağmen kan pompalamıyormuş. eleman bana manyak mısın dedi, biz bile şeker hastası olmayan birine 5 ünite insülin vermeye korkuyoruz, sen nasıl 36 ünite verirsin. sırf kız arkadaşın çok az yemek yiyen ve vücudu hipoglisemiye alışık biri olduğu için ölmemiş, eğer öyle olmasaydı yarım saat içinde ölürdü. neyse; biraz tatlıdan sonra kendine geldi. o hiçbir şey yemeyen kız bir bütün ekmek tost yedi.sonra gittim bakkaldan 10 tane çikolata aldım, hepsini yedi. ama kurtuldu sonunda.

durum böyle kardeşim. bu hastalığın basitçe olayı bu. oku, anla. şeker hastalarının şekeri düşükse sinirli olurlar, eğer böyle ise hemen bir şeyler yedir. şeker yüksek ise uyuşuk ve halsiz olurlar, insülinini yapıp yapmadığını kontrol et. bir de aman alkole dikkat et. bu yüzde girilen bir ketoasidoz koması var ki kaç kere başıma geldi. (bkz: ketoasidoz/#11463878). tamam içersin, dayanamazsın, eyvallah ama sakın insülinlerini atlama. 2 dakikada nalları dikersin.

11-bir şeker hastası için en büyük sorunlardan biri de ne yersem ne kadar şeker alıyorum durumudur. çünkü yediğimiz her şeyde şeker vardır. sebzelerde bile.

bu durum için şöyle yardımcı olalım. aşağıdaki tablolarda ne yersek ne kadar küp şeker yemişiz gösteriliyor:

kolasından meyve suyuna, gazozundan nesquikine tüm içecekler:http://www.sugarstacks.com/beverages.htm

meyveli yoğuttur, krakerdir, fıstıktır:http://www.sugarstacks.com/snacks.htm

bisküviler:http://www.sugarstacks.com/cookies.htm

şekerlemeler:http://www.sugarstacks.com/candy.htm

dondurmadır, tatlıdır, jeldir:http://www.sugarstacks.com/desserts.htm

meyveler:http://www.sugarstacks.com/fruits.htm (çilek yiyin lan, azmış onda bak)

az yağlı diyet ürünleri:http://www.sugarstacks.com/lowfat.htm

sebzeler:http://www.sugarstacks.com/vegetables.htm (sebze yiyin)

soslar ve baharatlar:http://www.sugarstacks.com/sauces.htm

kahvaltılık gevrekler:http://www.sugarstacks.com/breakfast.htm

milk shakeler vs.ler:http://www.sugarstacks.com/shakes.htm (starbucks ve mc donald’s ürünlerine dikkat!!!. sakın içmeyin !!!)

havuç yiyelim şeysi:http://www.sugarstacks.com/carrots.htm

12-aterosklerotik kalp hastalığına bağlı damar tıkanıklığı riskini, sigarayla birlikte bi hayli arttıran risk faktörüdür.

13-perşembenin gelişi çarşambadan belli iken,
biraz diyet ve egzersizle halledebileceğim bir sorun iken,
35 yaşımda önüme kutu kutu ilaçları yığan sinsi hastalık.
şimdi ne kadar söylensem boş.

insanın idrarında keton bulunması pek de hafife alınacak bir mevzu değilmiş.

nacizane tavsiyem, insülin direnci başladığında boş vermeyin.
kilonuzu düşürün, egzersizinizi yapın.

14-diyabet hastası olan birisi krize girdiğinde ona mutlaka bir adet kesme şeker verin. eğer düşük kan şekeri nedeniyle bu hale geldiyse onu ölümden kurtarmış olursunuz, yok yüksek kan şekeri ile bu halde ise vereceğiniz şekerin onu hayati anlamda hiç bir şekilde etkilemez yani 1 adet kesme şeker mutlaka bu hastaların cebinde bulunmalıdır.

15-tip 1’ine sahip olduğum hastalık.

eğer kan şekerini dengede tutamazsanız, yükseldiğinde pek anlamazsınız ama düştüğünde o kadar kendini hissettirir ki siz bile şaşırırsınız.

kendim için konuşayım.

70 civarında pek bir şey farketmezsiniz.
60’lara geldiğinde hafif bir gariplik olduğunu hissedersiniz.
50’lere geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlar. şekerinizi yükseltecek bir şeye yönelmelisiniz.
40’lara geldiğinde elinizin parmak uçları hafif hafif uyuşmaya başlar. tatlı bir şeye yönelmediyseniz sonunuz iyi değil gibi.
30’lara düştüğünde vücudunuz artık sizin değilmiş gibi hissetmeye başlarsınız. kalbiniz çok hızlı atmasına rağmen vücudunuzda bir uyuşukluk hakimdir.
25 civarına düştüğünde artık şeker içerikli bir şeye değil, glikoz iğnesine yönelme vaktiniz gelmiş demektir.
20’lere geldiğinde ise asdjklhfjh yok yok tamam o kadar abartmadım. 20 civarına geldiğinizde muhtemelen bilincinizi kaybedersiniz.
bunlar genel olarak kan şekerinin düşmesine bağlı, kandaki adrenalinin olağanüstü derecede yükselmesi sonucu olanlardır.
ben kendi adıma en düşük 28 mg/dl olduğunu gördüm. bilinçli şekilde değil, dengede tutamadığımdan kaynaklanan bir hataydı bu da.
eğer ölüme fazlasıyla yaklaşmak ve kalp hastalıklarına davetiye çıkarmak istemiyorsanız kan şekeriniz 60’ların altına inmeden müdahale etmelisiniz.

bende aslen hipoglisemi değil, hiperglisemi var(yüksek olan). ve teşhis edildiğinde 720 mg/dl civarındaydı. ve hiçbir şeyimin olduğunu zannetmiyordum. yani yükseldiğinde sanıldığı gibi çok da belirti vermiyor. o nedenle bu hastalığa sahip olup olmadığınızı öğrenmeniz açısından check-up yaptırmanız çok önemli. şeker hastalığının teşhis edilmediği birkaç ay içerisinde böbreklerinize ciddi zararlar verebilirsiniz. bu nedenle belirli aralıklarla değerlerinizi kontrol etmeniz çok önemli.

16-metabolik cerrahi adı verilen bir yöntemle 2007 yılından beri tedavi edilebilmekteymiş. üstelik kilo fazlalığı, yüksek tansiyon gibi şikayetler de kalmıyormuş bu operasyonla.

`http://www.personelsaglik.net/...-iddiasi-h5582.html`

(bkz:http://www.memurlar.net/haber/205248/)

17-açlığa azıcık bile tahammül edememem, bayılacak gibi olmam, ağzımın çok sık kuruması, ufacık bir yaradan akan kanımın bile 2 saat boyunca akması, bir türlü durmaması ve en önemlisi de gece boyunca 3,4 kez tuvalete kalkmamdan dolayı beni de pençesine düşürmüş olmasından şüphelendiğim illet.

not: ekşisözlükten derlenmiştir.





insülin direnci

modern çağla birlikte artan hastalıkların başında tip 2 diyabet geliyor, ve onun bir önceki aşaması olan metabolik sendrom veya insülin direnci. taş devri diyeti de bu hastalıkların önüne geçmede kilit rol oynamakta. bunu nasıl gerçekleştirdiğini aşağıda tıbbi dil kullanmadan açıklamaya çalışacağım. size de bu yazıyı bastırmak, buzdolabınıza yapıştırmak, annelerinize ve arkadaşlarınıza yollamak düşüyor.
yemek yediğinizde, vücudunuz bileşenlerini algılar: karbonhidratlar, proteinler ve yağlar. alkol, lif veya toksin gibi sindiremediği şeyleri yerseniz, ya olduğu gibi dışarı atılır ya da kana geçerse de karaciğeriniz sayesinde filtrelenir. yediklerimiz bedenimiz için yakıta dönüşür.
ama karbonhidratlar, hangi çeşidi olursa olsun, ilk olarak glukoz adı verilen basit şekere dönüşür. yani tüm o ekmekler makarnalar, krakerler, patatesler, pilavlar, tatlılar, şekerlemeler, gazozlar (daha uzatabilirim aslında :)) glukoza dönüşür. glukoz da yakıt olmakla birlikte, aşırı miktarlarda olduğunda -eğer hücrelerde yakılmıyorsa toksik olduğu söylenebilir. bu yüzden de bedenlerimiz bu glukozu kandan hızlıca temizleyip, hücrelerin içlerine doğru postalar.
bunu nasıl mı yapar? bir kısmını karaciğer ve kaslarımız glukozu glukojene dönüştürerek depolar. kaslarımız bu yakıtı aerobik egzersizlerde (hayır, jane fonda’dan bahsetmiyorum, kalp atışını %70-80 artıran egzersizler) kullanır. ama hala kanımızda aşırı glükoz olduğunda, pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. insülin ne işe yarar? glukozun (yağların ve proteinlerdeki amino asitlerin de) kas ve karaciğer hücrelerine girişini sağlar.
buraya kadar herşey yolunda. ama hayır, minik bir ayrıntı var: bu hücreler doluysa, ki durağan hayat süren insanlarda genelde doludur, artan glukoz yağa dönüştürülür. doymuş yağa.
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken, glukoz, yani şeker yağ olarak depolanır. glukoz da başta demiştik, karbonhidratlardan gelir.
günümüzden çok değil, 10.000 yıl gerisine gidersek, tarım henüz olmadığı için atalarımızın şekere ve karbonhidratlara erişimi çok kısıtlıydı. bazı paleo-antropologlara göre günde ortalama 80g kadar karbonhidrat anca tüketiyorlardı. oysa günümüzde 1 kutu kola ile ya da 1 tabak makarna ile 70g karbonhidratı bir çırpıda alabiliyoruz. yiyebildikleri karbonhidrat kaynakları sadece bazı meyva ve sebzeler olduğu için, lif içeriği de yüksek olduğundan insüline etkisi minimumdu. o kadar az karbonhidrat tüketimleri vardı ki, bedenlerimiz gerektiğinde ekstra glukozu kendimizin yapabileceği 4 farklı yol geliştirmişken, fazlasından kurtulmanın sadece bir yolu olacak şekilde evrimleşmişiz.
günümüzde 1 tabak makarna, yanında da 1 kutu kola içtiğimizde pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. ama dediğimiz gibi karaciğer ve kas hücreleri zaten doluysa, bu hücreler insüline direnç göstermeye başlar. buralara giremeyen glukoz, kanda dolaşmaya devam eder. pankreas kandaki yüksek miktardaki glukoz varlığını görünce, bir miktar daha insülin pompalar. bu da karaciğeri ve kas hücrelerini insüline daha da dirençli kılar, çünkü insülinin fazlası da toksiktir. nihayetinde insülin yardımıyla glukoz yağ hücrelerine yönlendirilir ve yağ olarak depolanır. bu döngü sürekli tekrarlandığı için de yağ hücrelerini dolduran tek şey şeker olur.
zaman içinde, yüksek karbonhidrat içeren beslenme şekline devam edildikçe, insülin direnci artar. taa ki, karbonhidrat tüketimimizi sınırlayana ve hareket miktarımızı artırana kadar.
yukarda kısaca özetledim ama malesef kara tablo bu kadarla sınırlı değil:
1) glukoz kalp damarlarını tıkar, proteinlerle birleşerek ileri düzeyde gluke olmuş nihai ürünler oluşturur ve sistematik enflamasyonlara yol açar. (kalp hastalıklarının 2 ana sebebinden biri kolesterol değil enflamasyondur) glukozun bir kısmı da trigliseridleri artırarak kalp hastalığı riskini artırır. (enflamasyon = iltihaplanma)
2) daha fazla şeker yağ olarak depolandığı için kas hücreleri de direnç geliştirdiği için daha az glukojen alırlar. kanda insülin olduğu sürece yağ yakan lipaz enzimi de görevini yapamadığı için, depolanan yağlarınız da kolayca kullanılamaz.
3) sürekli kanda yüksek miktarda insülin bulunmasının bir yan sonucu da kalp damarlarında plak oluşması ve kanser hücrelerinin çoğalmasıdır. (bu yüzden diyabetiklerde kalp hastalıkları çok görülür)
4) insülin direnci ile kas hücrelerine sadece şeker değil, proteinlerdeki amino asitler de giremez olur. dolayısıyla kaslarınızı koruyamazsınız, erimeye başlarlar. ortalık iyice karışsın diye, vücudunuzun diğer bölgeleri yeterli şeker deposu olmadığını düşünürler ve açlık mesajları gönderirler. ilk aşamada, o çok değerli kas dokusu yıkıma uğrar ve şekere dönüşür. bir yandan yağ hücreleri şişerken, bir yandan da kaslar iyice erir!
5) enerji seviyeniz düşer. hani bazen yemek yedikten sonra bir ağırlık bir uyku çöker ya, işte öyle. bırakın spor yapmayı, hareket etmek bile istemezsiniz. enerji seviyesi düşünce çok daha kısa sürede acıkırsınız. genellikle de canınız karbonhidrat ister yine, yani zehir.
6) karaciğeriniz de insüline direnç geliştirdiğinde, tiroid hormonu t4′ü t3e çeviremez olur, böylece tiroid problemleri ortaya çıkar ve metabolizmanız iyice yavaşlar.
7) sinirleriniz de hasar görebilir ve garip yerleriniz ağrıyabilir, çünkü fazla şekerin yarattığı hasar sinir dokularını harap eder. retina hastalıkları ve görüşünüzün bozulması ortaya çıkabilir.
nihayetinde pankreas öyle yorgun düşer ki, artık insülin üretemez olur ve hayatta kalabilmek için kendinize insülin enjekte etmek zorunda olursunuz. hem de direnç geliştirdiğiniz için yüksek miktarlarda. tip 2 diyabetiniz tip 1′e dönüşür.
tebrikler!!!


24 cevap
1. tt der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:13 pm
bir yasima daha girdim.. inanilmaz aciklayici ve net olmus… tebrikler..
eline saglik..
simdi asil sorum su sekilde: kanimdaki insülin oranini ölctürebiliyor muyuz?
eger ölctürebiliyorsak ne gibi kosullar altinda ölcülmesi dogrusu?
ac mi olacagiz, tok mu vs.?

cevapla
 ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:29 pm
açlık ve tokluk kan şekerleri ölçülüyor.
ama en doğrusu belki de ev tipi ölçüm cihazlarından edinmek ve yemeklerden sonraki 90-120dk boyunca ölçümler yaparak, ne kadar insülinin yükseldiğini ve ne kadar sürede normal seviyeye düştüğünü takip etmek olabilir.
bir sonraki yazı da zaten diyabete davet çıkartmamak için yapılabilecekler üzerine olacak.


2. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:14 pm
oyyy!!!diyorum başka bişi demiyorum:(


3. ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:33 pm
yanlış bilmiyorsam, türkiye’de her 4 kişiden birinde insülin direnci var.
obezitenin bu kadar yayılmasındaki ana sebep de aşırı karbonhidrat tüketimidir.

4. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:38 pm
peki bir soru daha?
inanılmaz zayıf insanlar görüyorum ve inanılmaz şeker, karbonhidrat tüketiyorlar, hayatlarında diyet nedir bilmemişler, üstelik şişmanlamak isteyip 1 gr alamıyorlar.bunun açıklaması ne ola ki?

- ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:56 pm
acımasız bir açıklaması var: insanlar eşit yaratılmamış.
yalnız büyük bir çoğunluğu ilerleyen yaşla birlikte yavaşlayan metabolizmaları ile diğerlerinden daha kilolu olma eğilimi gösterebiliyorlar.

5. wishbone der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 4:15 pm
karbonhidratların, özellikle de şekerin vücudumuz için ne kadar tehlikeli olduğunu iyice kavramamızı sağlayan bir yazı olmuş. okuyunca ve yediklerimizi düşününce korkmamak elde değil. beslenme alışkanlıklarımızı da değiştirmek öyle zorlu ki sormayın! ama üstesinden gelmemiz de şart.

6. sade cadı der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 10:50 pm
ben çikolata, dondurma, pasta ve cips istiyorum :( uf yaa!

- ozlem der ki:
nisan 9, 2011 tarihinde, saat 6:48 am
yoksunluk belirtileri, gececek hepsi, az sabır.
yazıyı tekrar okumak ister misin? :)

- necrolyt der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:33 pm
ya ben tuz istiyorum.. :(
çay sorununu stevia ile çözdüm. (splenda zararlıymış)
ancak şu var ki yaptığım en kolay rejim.. seni seviyoruz ozlem ailecek :)

- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:38 pm
tansiyon sorunun yoksa tuz ye?
splenda’nın zararlarına dair bilgiyi benimle de paylaşırsan sevinirim. stevia daha iyi, evet, ne de olsa doğal.
hani derler ya yaşam biçimi olsun, gerçekten de olabiliyor bu.

7. roterio der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 6:43 pm
benim en çok merak ettiğim bir günlük hatta mümkünse bir haftalık ne yediğiniz. karşılaştırmak istiyorum bir de merak ediyorum kaçamaklar ne kadar ve nelerden yapılıyor..

- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 8:36 pm
örnek bir günümü yazmıştım zaten:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/ haftalık menü hazırlamayı hiç düşünmemiştim ama olabilir, biraz zaman alır ama.
kaçamaklar, bu hafta sanırım sadece 1 tane cola zero oldu. elbette süt ürünlerini taş devri kapsamına alıp almadığınıza bağlı. 1-2 de şarap ki şarap da kapsam dışı değil aslında, en azından ilk kadeh.
fakat bu hafta, özellikle cumartesi günü, elimde olmayan sebeplerle çok sınırlı protein tükettim. bugün gücümü toplamam biraz vakit aldı.
!

9. pötikare der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 2:20 pm
sevgili özlem, siteni ve yazılarını merakla takip ediyorum. (keşke daha çok yazma fırsatı bulabilsen:) )
teşekkür ediyorum. edindiğim tüm bilgiler için.
bende de insülin direnci var ve ketojenik diyetleri araştırıyorum.
siteni ekşisözlük aracılığıyla keşfetip, çok faydalandım.
ben de şuan menü oluşturma aşamasındayım.
yazını kopyaladığım ve beni okumanı rica ettiğim için sana link gönderiyorum. (http://www.bodyforumtr.com/vbforum/ketojenik-diyet-skd-ara-t-t37115.html?p=384391#post384391 )
site isimlerini yayınlama istersen. sen okusan yeterli benim için :)

- ozlem der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 3:00 pm
sitenin size faydalı olabildiğine sevindim. menü oluşturma aşamasında belki şu yazım referans olabilir:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/

10. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:17 pm
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken,
kısmını anlamadım. anladım da emin olamadım, ilgimi çekti. yenilen yağlar yağ olarak depolanmıyor mu?

- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:18 pm
evvet :)



11. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 3:19 pm
ben bundan çok emin değililm. bi kere piyasada bağırsakta yağ emilimini engelleyen ilaçlar satılıyor zayıflamak için. bunlar kandırmacayı geçin hakaret oluyor o zaman? ikincisi madem yağlar yağ olarak depolanmıyor; neden elli seneden fazladır, zayıflıyacağım diyene lafını bitirmeden yağı kes deniyor? yanlış olabilir, ama “aslında yanlış” olabilir, bu durumda “tamamen yanlış” oluyor. elli senedir millet “tamamen yanlış” bir zayıflama metodunu mu izliyor?
bi de taş devrinde hiç problem olmayan ama şu anda zararlı başka şeyler var. fazla güneş zararlı mesela. çiğ et de yiyemiyoruz, denesek canımız çıkar. ama benim kafama en çok takılan şu: glikoz beynin yakıtı ve ketonlar glikozun yerini beyne enerji sağlamak söz konusunda o kadar da iyi dolduramıyor. dahası taş devri insanı beynini ne kadar kullanıyordu? yani, belki de ketonlarla beslenen beyin avcı toplayıcı hayata yetiyordu ama; tarım için, hayvanları bitkileri evcilleştirmek için, inşaat için, toplum hayatı için, icatlar için, sanat için edebiyat için glikozla beslenen bir beyne gerek vardır ha, buna ne dersiniz?
bu arada sorup duruyorum ama paleo genel olarak kafama yatıyor. ben gerçi daha çok düşük karbonhidratlı bir düşük glisemik indeks diyeti uyguluyorum ama siteyi de takip ediyorum.

- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 5:09 pm
öncelikle şu karıştırmayı ortadan kaldıralım. paleo diyet eşit değildir ketojenik diyet. ki ben çok düşük karbonhidrat diyeti dahi yapmıyorum ama düşük karbonhidrat diyeti olarak sınıflandırılabilir.
paleo diyetin özü karbonhidrat oranı değildir kesinlikle. özü, işlenmiş gıdaları tüketmemek, omega-3 / omega-6 oranını 1:1′e yaklaştırmak, bu sebeple de omega-6 içerek bitki yağlarından uzak durmakta. ayrıca da hem yüksek karbonhidrat oranları, hem yarattıkları sindirim ve sağlık problemleri, yine omega-6 oranları ve son olarak gluten, fitat gibi bileşenleri yüzünden tahıl ve bakliyatlardan uzak durmak.
ama ben kendim ketojenik diyet uygulamasam da, (aslında uygulayamasam demem daha doğru olur) ketonların beyin için tercih sebebi yakıt olduğu kesin. glikozla beslenen beyin birçok saçmalıkla uğraşırken ketonla beslenen beyin çok daha iyi çalışır:https://lh3.googleusercontent.com/-eqa5v61xcjc/txvigitfhni/aaaaaaaaabw/rm2qmoict8e/s1600/ketosis+brain+cartoon.jpg
öte yandan taş devri insanının bizden çok daha fazla beynini kullanıyordu bence. biz gündelik rutinlerle beynimizi yormazken, onlar medeniyetin gelişmesini sağladılar. en önemlisi doğadaki her türlü olaya karşı uyanık olmak durumundaydılar ki hayatta kalabilsinler. öte yandan çiğ et mi yiyorlardı muamma, ne de olsa ateş çok eski. ayrıca tüm geleneksel toplumlarda mutlaka çiğ et tüketimi vardır, bizde de lakerda ve çiğ köfte örnek olarak verilebilir. güneş ise, bambaşka konu. sanıldığı kadar zararlı değil, senelerdir krem satmak için yaptıkları kampanyaların sonunda d3 eksikliği tavan yapmış durumda. ozonu delersen, öğlen güneşinde elbette çıkamazsın dışarı ama günel hayattır.
yağ emilimini engelleyen ilaçlar var, ama bir ilacın olması onu ne kadar doğru kılar. bunun en sağlam örneği, statinler, yani kolesterol düşürücü ilaçlar. en büyük savunucuları dahi artık statinleri sorguluyor. ilaç firmalarının birinci amacının her firma gibi kar etmek olduğunu unutmamak gerek. öte yandan, kalp sağlığı kategorisinde yağların nasıl öcü haline getirildiğini anlatmaya devam edeceğim, öğrendikleriniz sizi de şaşırtacak. ayrıca karbonhidratı bloke eden ilaçlar da var.
son olarak, gayet bilimsellikten uzak olarak yağ şişmanlatır diyene şunu sorarım: o zaman neden yağ tüketimimi arttırdığımda daha hızlı kilo verdim????
arada, ben genç kızlığa adım attığım yıllarda çok zayıf olmasam da zayıftım yine de. annem (genç bir anne değildi) ve de babaanneme “kilo aldım” diye vızıkladığımda, ekmek yeme/makarna yeme derlerdi. eskiler biliyor işi her zamanki gibi ama sonra biz yolumuzu yitirmişiz yine.

12. etana der ki:
ağustos 29, 2011 tarihinde, saat 7:57 pm
ben de ekşisözlük sayesinde keşfettim bu siteyi. geçen salı.. o günden beri çok iyi gidiyordum diyet günlüğü bile tutmaya başladım. 6 gündür yani. ta ki bu akşama kadar. 7.günün akşamında (bu akşam) çikolata yedim patlayana kadar sonra cırcır oldum. şu an çok pişmanım yoksunluk hissine yenik düştüm kendimden nefret ediyorum şu an :’( günlüğü de yırtıp atcam defterden utandım ya rezilim ben rezil. hele bu yazıyı okuyunca bittim :’(


- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 9:18 am
sakin! ben bunlari yazan kisi olarak kac savas kaybettim, kac kez tekrar basladim, sayisini bilmiyorum. kaldiginiz yerden devam. kaybi cogaltmaya hic gerek yok. arada gunluk tutmak iyi fikirdir.


13. etana der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 6:50 pm
gerçekten mi.. ben de yılmicam devam edicem çokk teşekkürler özlem ya demek sen de defalarca kaybettin vay be bu moral oldu :d insan kendine verdiği sözü tutamayınca kendisiyle kavgaya giriyor kendimden kaçmak istiorum öle durumlarda. kendimi ezik hissediyorum falan.. ama iyi ki sen varsın siten var cidden bak. samimiyetine çok inanıyorum.

- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 8:15 pm
elbette, burda bagimliliklardan bahsediyoruz. kolay bir savas degil. ben de insanim hem :)



insülin direnci kısır döngüsünü kırmak


bir önceki yazıda karbonhidrat tüketimimiz ve insüline etkilerini görmüştük.
peki elimiz kolumuz bağlı mı? tip 2 diyabet kaçınılmaz son mu?
tam olarak değil…
öncelikle spor yapmanın olumlu etkisinden bahsetmek lazım. spor yapınca kaslarımız depolanan glukojeni spor esnasında ve sonrasında yakıt olarak kullanır. kaslar acil olarak tekrar içeri glukoz doldurmak ister ve insülin alıcılarının ayarıyla oynar ki süreç hızlansın. bu yüzden insülin hassasiyetini geri kazanmak için çok önemlidir. dünyaları yiyen ama sırım gibi sporcular bu sayede formlarını korurlar: spor ile glukozu harcayarak
spor ama hangi spor? ağırlık çalışmaları ve aerobik (kalp atışını %70-80 artıran) egzersizler etkilidir. ikisinden etkin bir bileşim daha da etkili olabilir. spor yaptıkça insüline dirençli olmak yerine hassas olacağınız için, fazla tüketimi karşılamak için çok fazla insüline ihtiyacnız olmayacaktır. ancak kanda insülin olmadığında devreye girebilen yağ yakıcı enzimler sayesinde depolanmış yağlarınızı da gün boyunca daha yüksek oranda yakarız. yediğimiz proteinlerdeki hayati amino asitleri ve diğer besleyici maddeler kolaylıkla hücrelere giriş yapabilir, bu sayede kas yapabilir veya kaslarımızı koruyabilirken yağ yakarız.
ikinci olarak, karbonhidratları sınırlamak etkilidir. özellikle de şekerleri ve rafine ürünleri. boşuna diyabetin bir adı da şeker değil! ve de karbonhidratların nasıl şekere (glukoz bir şekerdir) dönüştüğünü önceki yazıda okumuştuk.
size tam buğday ekmeğinin sağlıklı olduğunu sürekli fısıldayan medyayı boşverin ve karbonhidrat tüketiminizi sınırlayın. birçok yerde diyabetin genetik bir hastalık olduğunu okursunuz. evet, genetiktir. hepimizin genlerinde var ve hepimiz yanlış beslenerek birer diyabet hastası olabilir.

insülin direnci kısır döngüsünü kırmak için 17

1. baris der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 10:45 pm
merhaba,
sitenizi şans eseri buldum ve okumaya başladım. oldukça doyurucu ve anlaşılır bilgiler içeriyor, kısa zamanda oldukça bilgi sahibi oldum. emeğiniz için teşekkürler…
bir sorum olacak, yazınızda “kalp atışını %70-80 artıran” şeklinde bir ifade gördüm, gerçekten dinlenme nabzına göre %70-80 artışı mı kastediyorsunuz (60 nabız için 102-108′e tekabül ediyor) yoksa tahmini azami nabızın %70-80′ini mi? genelde egzersizlerle ilgili yazılarda maksimum nabız referans alınır, o nedenle sormak istedim.
bir de, anlattıklarınız kavramlar kendi mantığımla örtüşüyor olsa da, mümkünse elinizde bulunduğu ölçüde referanslar verebilirseniz, daha da doyurucu olacaktır.
teşekkürler

- ozlem der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 11:19 pm
merhaba,
aerobik egzersizler, normal nabzı %70-80 artıran olarak tanımlanır.
referans verme konusunu çok düşündüm ben de, fakat o zaman inanılmaz vakit alan bir uğraşa dönüşüyor. bir gün tam zamanlı blogger olursam, neden olmasın. ama yine de arada kaynak belirtmeye gayret ederim.


2. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:28 pm
spor sonrası kas yıkımını engellemek için glikoz yüklemesi yapmak gibi yaygın bir alışkanlık var sporcular arasında. paleo beslenme tarzında bunu da mı yapmıyoruz? kas yıkımının önüne nasıl geçeceğiz peki?
ben aslında bir kaç gündür ketojenik diyetleri araştırıyordum. ketojenikle paleo arasında bir fark göremedim pek. var mı?


- ozlem der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:49 pm
yapmaya gerek yok ama paleo sınırları içinde spor sonrası glikoz oluşturacak gıdalar alabilirsiniz. kas yıkımının kilit noktası proteinden geçiyor, onun için de bu yazıyı tavsiye ederim:http://paleocafe.org/2011/04/05/gunluk-menu-olusturmada-ilk-asama-protein/
ketojenik diyet, günlük 50gr altında karbonhidrat alımını ifade eder. bu 50g’a kadar karbonhidratı isterseniz ekmekten, çikolatadan da alabilirsiniz. öte yandan doyma hissi açısından kolay kolay hiçkimse 50g karbonhidrat hakkını bunlarla harcamaz. yani, ketojenik diyet genelde paleo olarak uygulanır ama paleo olma zorunluluğu yoktur.
paleo daha çok bir yaşam biçimidir. kilo derdiniz yoksa 100-150g arası karbonhidrat alabilirsiniz. (bakliyat, hububat, şeker ve yağlarla ilgili sınırlamalarla birlikte) kilo vermek istiyorsanız 100g altı karbonhidrat yeterlidir. verilecek çok kilo varsa ketojenik diyet tercih edilebilir.

3. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 11:44 pm
bir şey daha var sormak istediğim. paleo beslenme tarzına geçiş kısa ve uzun vadede zihinsel performansı nasıl etkiliyor? unutkanlık, öğrenme güçlükleri, konsantrasyon güçlüğü, depresif eğilimler, öfke patlamaları gözleniyor mu mesela?

- ozlem der ki:
haziran 7, 2011 tarihinde, saat 11:45 am
paleo’ya geçiş ile paleo da olsa ketojenik diyete geçiş farklı şeyler öncelikle, o yüzden 2 aşamada yanıtlamak istiyorum.
paleo’ya geçişte karbonhidrat yoksunluğu yaşayacaksanız illa ki. bedeniniz şeker ve ekmek/makarna için diretecek. aynen sigarayı bırakan biri gibi buna direnmek gerekiyor, özellikle şeker konusunda. ama sizin bahsettiğiniz yan etkiler biraz fazla dramatik. bu noktada tek yapmanız gereken “bedeninizi dinlememek”, tekrar sigara örneğine döneceğim. sigara bırakırken beden sigara ister ama bedeninizi dinleyip sigaraya teslim olmazsınız.
ketojenike geçişte ise etkiler daha yoğun olur. ilk günlerde adeta grip olmuş gibi kırıklık, halsizlik vs hissedebilirsiniz. çünkü ciddi kısıtlı karbonhidrat tüketilmektedir ve toptan yan etki yaşanmakta. bu aşamada biraz daha dirayetli olmak gerekiyor.
her ikisinde de yan etki süresi 3 gün ile 14 gün arasındadır.
uzun vadede ise, tam tersine sağlık durumunuzda genel olarak düzelme, enerji patlaması vs yaşayacaksınız. mesela alakasız gibi görünse de dişetlerim çok sık kanardı ama artık kanamıyor.


not: paleocafe.org’tan alınmıştır.


bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol