omega-3

hayalbaz
insanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
mülakat

demirkol’un mesleği cerrahlık olmasına rağmen, uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. o bir “akıllı beslenme” uzmanı. insanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyacak formülü bilimsel olarak açıklıyor...


açıklamalarına başlarken samimi bir dille “ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum atalarımızın 60-100 sene önce anadolu topraklarındaki beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum” diyor.
farkında olmadan nasıl kronik hastalık yiyoruz? kronik hastalıklara sebep mikro besin açlığı nedir? gıdalardan aldığımız, sağlıklı yaşam için en önemli madde olan omega-3, gıda emperyalizmi tarafından nasıl yok edildi? kanser, kalp-damar hastalıkları, ajerji, romatizmal hastalıklar, depresyon ve ruhsal hastalıklarla omega-3 arasındaki bağ ne?
istanbul üniversitesi istanbul tıp fakültesi genel cerrahi abd öğretim üyesi prof. dr. kenan demirkol cevapları:
işte tüm bu soruların cevabı ve akıllı beslenmenin sırrı…
“16 ekim’de dünya gıda gününde ankara’da ziraat ve kimya mühendisleri odasında yüzyılımızın utancı: açlik başlıklı bir konferans düzenlendi. orada da söylediğim ve şimdi size de açıklayacağım benim üzerinde durduğum konu mikronutrient yani mikro besin açlığıdır! şimdi bu ne diyeceksiniz?
insanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
dünya sağlık örgütü kronik hastalıkları önlenebilir hastalık olarak tanımlıyor. kronik hastalıklara sebep olan faktörlerin başında; hatalı beslenme, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam geliyor. son yıllarda yapılan araştırmalardan, dünyada bir yılda 58 milyon insanın öldüğü görülüyor, bu ölümlerin yüzde 60’ı kronik hastalıklardan kaynaklanıyor. 10 yıl içinde bu oranının yüzde 77’ye çıkması bekleniyor.
madem kronik hastalıklar önlenebilir hastalıklar niçin artması bekleniyor?
günümüzde, kanser, kalp-damar hastalıkları, inme dediğimiz ölümcül hastalıklar, alerji, romatizma ve şeker gibi kronik hastalıklar, sinirsel ve ruhsal hatalıklar hızla artıyor. bu artışın sebebini bilimsel olarak incelediğimizde, tüm bu hastalıkların ana kaynağının mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığından oluşan hatalı beslenme ile ilişkili olduğu sonucuna varıyoruz.
peki nedir bu mikro besin açlığı?
mikro besin açlığı insanların yedikleri gıdadan doğal olarak almaları gereken besin maddelerini alamamalarından ortaya çıkar. bu mikro açlık gıda emperyalizminin yani yapay beslenmenin bir ürünüdür. mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığının önüne geçilirse kronik hastalıklar önlenebilir!
mikro besin açlığının ilk sebebi omega-3 yağ asitleridir. omega-3 insan için hayati bir olaydır… günümüzde tükettiğimiz gıdalardan ihtiyacımız olan omega-3 asitlerini alamıyoruz. bunun ana sebebi kara hayvanlarının ahıra tıkılmasıdır. kara hayvanları meradan kopup ahıra girince, etinden ve sütünden omega-3 alamaz olduk.
ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
omega-3 eksikliğinden nasıl hasta oluyoruz?
insanda her hücre zarında omega-3 vardır. her hücre zarı protein ve yağdan oluşur. buradaki yağ omega-3 ve oleik asitten oluşur. eğer hücreler ihtiyacı olan doğal yağı alamazsa damarlar sertleşiyor ve bu da pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp inme veya enfarktüs olmasına yol açıyor. omega-3 eksikliği bağışıklık sistemine zarar veriyor alerjiler, şeker, romatizma, kanser kronik hastalıklara sebep oluyor. beyine de hasar veriyor.
omega-3 kaynaklarımız çok azaldı. omega-3’ün esas kaynağı yeşillik. balıklar yosun yiyerek, merada beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da yeşil ot yiyerek omega-3 alıyorlar ve insanlar bunları tükettiğinde de ihtiyacı olan omega-3’ü almış oluyorlar. ancak yapay yemleme ile omega-3 kaynaklarımız çok azaldı!
omega-3, dolayısı ile mikro besin açlığı yapay yem ile başlıyor! aslına bakarsanız şu anda dünyada bir gıda emperyalizmi var! iş yapay yem ile başlıyor, birileri para kazanmak istiyor, köylünün kapısına gidip daha fazla süt veriyor diye yapay yem pazarlıyor. bir çobanın aylık maliyeti 2 – 2,5 milyar ytl ve merada otlayan inek daha az ama sağlıklı süt verir.
köylüye yapay yemi daha ucuza pazarlayıp önce köylüyü alıştırıyorlar. bu noktada köylü, kapısına servis yapılan hazır yemi, hem daha fazla süt veriyor hem de çoban masrafından kurtulurum düşüncesi ile ucuza alıp kar ettiğini sanıyor.
kapıya gelen yapay yem; hem köylüyü tembelleştiriliyor, hem de köylüyü ve hayvanını doğal sağlıklı beslenmeden mahrum bırakıp sonunda her açıdan zarara uğratmış oluyor. tabi burada sadece köylü değil köylünün ürettiğini yiyen halk ve beraberinde ülke ekonomisi de zarara uğramış oluyor. yani zincir uzayıp gidiyor…
bu arada, yine omega-3 kaynağımız balıklar da daha fazla üretim için çiftliklerde yapay yem ile yetiştikleri zaman yeteri kadar omega-3 içermiyorlar. yani yapay yem hem denizden hem karadan omega-3 kaynaklarımızı yok ediyor.”
biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?
"hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!
eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?
nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!
doğal beslenen ineğin sütünde omega–3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.
yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. işte bu doğal sütün eseridir. doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor. ekolojik hayvancılık denince akla "çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. ineğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?
-“çağın mesleği psikiyatri”
hücre duvarı bizim gümrük kapımız. omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.
omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!
makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!
omega-6’yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3’ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. omega–3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da omega-3’ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, omega–3 yerine, omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
omega-3’ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!
omega-3’ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. zihinsel performans artıyor. beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega–3 olmak zorunda. ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
burada yinelemek istiyorum, ben anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…
omega-3 ile beslenen çocuklar tv seyretmek istemiyor!
amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. ikinci gelişme isa anne babalar tarafından evde gözleniyor, omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar... üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmalnler taraından gözleniyor, omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde20 artıyor.
mikro besin açlığının ikinci sebebi cla eksikliğidir!
doğal sütten mahrum kalan insanlar, cla’dan ( conjuge lineoik asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. insanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! ikinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.
asla cla hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.
bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar cla hapı olarak satılıyor. ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. vücudun yağ depolamasını engelliyor. aspir çiçeğinde elde edilmiş cla hapı, kalp kas hücrelerinde omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.
mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir
merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.
hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.
hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten omega-3, cla ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.

bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. işte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?"
makro besin fazlalığının sebebi: doymuş yağ içeren besinler
“balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki omega-3 yok oluyor! patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. işte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.
doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. omega-6’yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan omega-3’ün yolunu kesiyoruz. insan vücudunda omega-3 ve omega-6’yı aynı enzimler tüketir, omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.
“bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”
omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu başkan bush abd halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!
aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. ikinci dünya savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk rusya üretip tüketmeye başladı ve balkan göçmenleri aracılığı ile türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. mısırözü yağı abd emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. şimdiki kanola dayatması da yine abd emperyalizminin işidir. kanola, kolzanın gdo’lu tohumundan üretilir.
ikincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.
artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.

mülakat: nihal doğan




bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol