darbe günlükleri

independence
bolum 5;

11 aralık 2003
rahmi bey bana nezaket ziyaretine geldi. konuşmamız sırasında ben de ona bugün içinde bulunduğumuz durumu anlattım. hükümetin tutumu kıbrıs meselesi ve nereye gittiği gibi konularda. kendisine "hepimiz aynı gemideyiz. batarsak hep beraber batacağız. bunu kimse unutmamalı. hükümet de unutmamalı, bizler de, iş adamları da. onun için esas desteğimiz olan halkı aydınlatacak şekilde, halkın gerçekleri görebileceği şekilde hareket etmeliyiz" dedim. pek hoşlarına gitmedi ama gerçek bu. bana, durum kötüye gidiyor ama hala daha o kadar kötü değil, dedi. ben de "sıfırdan yüze kadar bir skalada nerede olduğumuzu değerlendiriyorsunuz" dedim. bana, 35-40, diye cevap verdiler. ben de bunun üzerine "belki 95’e yakınız" dedim. hayret ettiler. adamların tuzu kuru. onlara göre ekonomi düzelmekte. ama bunun sadece büyük şirketler için olduğunu görmüyorlar. zavallı halk hala çekiyor. halk yokluk içinde ne yapacağını bilmiyor. enflasyon düşüyor. zira halkın harcayacağı parası yok. bunları onlara hep anlattım.

30 haziran 2004
sinan aygün, ato başkanı. senede iki kez gelerek bizlere bilgi veriyor. verdiği bilgiler daha ziyade ekonomideki gelişmeler ve bazı sosyal olaylar karşısında ne düşündüğü. genellikle hükümeti tenkit ediyor. bu sefer de ekonomideki kötü gidişi anlattı. işsizliğin giderek artmakta olduğunu ve bunun sonunun felakete doğru gittiğini, hükümetin izlediği teslimiyetçi politikalar nedeniyle yatırım yapılamadığını, bunun da işsizliğin artmasına neden olduğunu belirtti. diğer bir ilginç açıklaması da dep milletvekilleri ile ilgiliydi. onların yaptığına mukabele olarak kendisinin örgütlediği bir gurup ile emekli yarbay korkut eken’in hapishaneden çıkış gününde büyük bir tören yapacaklarmış. bunun için de yüzlerce insanı topluyorlarmış. fikir almak ve diğer kişilerin neler düşündüğünü anlamak bakımından yararlı görüşmeydi.

özden örnek’ten tsk eleştirileri / ordu-millet ilişkisi
"insan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir?"

tsk içersinde modaya uygun olarak deniz kuvvetleri’nde de bu ilişkiler günah sayılıyordu. terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi hatırlıyorum, beni defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı. lojmanda yaşayıp, orduevlerinde eğlenen ve oypa’lardan alışveriş yapan bir toplum nasıl siviller ile ilişki kurabilir ki. subayların sivil arkadaşları olmadığı gibi sivillerin de subaylardan arkadaşları yoktu. çocukluğumuzda her mahallerde bir subay ailesi yaşar ve hepimiz onlara imrenerek ve özenerek bakardık. hele o zamanlar makam arabaları yerine atların kullanıldığı hatırlanırsa, bizler için işine giden subayları seyretmek ayrı bir zevk olurdu. sonraları nedense yukarıda çizdiğim tablonun içersine giriverdik.
zaman geçince, 1990’lı yılların başında ilişkilerin böyle gidemeyeceği ve şeffaf olunması ihtiyacı ortaya çıkınca, tsk içersinde bir şeffaflık modası yayılmaya başladı. siviller ile ilişkilerin bence iki ayrı boyutu var. birincisi, tsk sivilleri nasıl görünüyor. ikincisi, sivillerin tsk’ni tanıyabilmesi için silahlı kuvvetlerin sivil topluma ne kadar açık olduğu. akredite basın konusu genelkurmay başkanlığı tarafından icat edildi. derinlemesine düşünmeden görülebilir ki, bu tutum tüm yasalara ve en sonunda da anayasa’ya bile aykırıdır. birincisinin sonucudur. sivile bakış açımız değişmedikçe tutumlarımızdaki değişme aldatmacadan başka bir şey olamaz.
akp iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. hemen atatürkçülüğe karşı olmakla suçlanırsınız. ama kimse size "peki, biz bu insanlar ile aykırı fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi inandıklarımıza ikna edeceğiz" sorusuna cevap vermez.
sivillerin yurt sevgisi eksiktir. çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi yararları için hareket ederler. onlar tembeldirler, çalışmaz ve bedava olarak para kazanmaya bakarlar. bu nedenle tsk’daki herkes çok çalışır ve fedakar oldukları için her şeye layıktırlar. bu düşünceler ile nereye varılabilir.
yakın zamana kadar bilimsel yönden bile sivil uzmanlara danışılmazdı. sanki 1700’lü yıllarda yaşıyormuş gibi tepki verirdik. her şeyin öncüsü tsk’dır. bu fikir o kadar yaygınlaşmış ve sivillere güven o kadar azalmıştır ki, tsk sonunda kendi yüksek lisans eğitim yapan enstitülerini kurdu ve ihtiyacı olan her şeyi özel sektör veya devletin diğer kesimlerinden temin edecekken kendisi her şeye sahip olmaya başladı. bu nereye kadar gidebilir ki.
eğer arkadaşınız devlet memuru değilse ya da bir şirkette çalışıyor veya bir iş, ticaret sahibi kimsedir. işte o zaman yandınız, size hemen suçlu ve menfaat sağlıyorsunuz gözü ile bakacaklardır. siviller ile her temas muhakkak bir yarar karşılığında yapılmaktadır. bu genel kanıdır. bu konuda çıkmış emirler mevcuttur. karargaha, sivilleri bırakın, mesleğinden emekli olmuş amiralleri bile davet edemezdim. hala, etmeyin diye de emirler mevcuttur. böyle düşünen bir kuvvet komutanı acaba ne düşünüyor olabilir ki. mesai saatlerinden sonra insanların serbest yaşadığını ve eğer niyetleri kötü ise bu kişilerin bu saatlerden sonra her şeyi yapabileceğini acaba bilmiyor mu. bu tip davranışlar ve düşünceler kapalı bir toplum içine kendini kapatan, çevresinden etkilenmeyen ve kendisini çevresine kapatmış insanlara özgüdür. insan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir.

özden örnek’ten tsk eleştirileri / atatürk, ideoloji, törenler
"atatürk’ü bir idol haline getirmişiz"

30 ağustos 2004
meslek hayatımda son kez üniforma ile katılacağım 30 ağustos törenlerine iştirak ettim. sabah 08:00’den gece yarısına kadar dur dinlenmesi olmayan bir tören zinciri. yapımızda ve anlayışımızda düzeltmemiz gereken çok konu var. en başta atatürk’ü bir idol haline getirmişiz. kendisi bile "beni görmek önemli değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde atatürk’ü heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. bu böyle devam edemez. bir taraftan islamiyet’in günün şartlarını karşılamadığını ve reform geçirmesi gerektiğinden bahsederken, sanki atatürkçülük ilelebet yaşayacakmış gibi davranıp ilkelerini tartışmaya dahi açmıyoruz. tabi o zaman bu ilkeler bir yol gösterici olmaktan öteye, dogma haline geliyor. sağ olsaydı herhalde en fazla kendisi bu durumu tenkit ederdi. ikinci bir konu da bu toplumu kara kuvvetlerinin etkisinden kurtarmak lazım. devletin her kesiminde kendi düşünceleri hakim olsun, herkes kendileri gibi düşünüp kendileri gibi hareket etsin istiyorlar. harbiye marşı ile yatıp harbiye marşı ile kalkıyorlar.

29 ekim 2004
bugünkü törenleri, şöyle sabahtan akşama kadar yaşadım. hepsi onuncu yıl için planlanandan farklı değildi. o zaman devletin gücünün mesajını her köşeye dağıtmak ve birlik beraberlik gösterisi yapmak birinci amaçtı. aradan seneler geçti. amaç belki aynı ama yapılış şeklinin çok farklı olması gerekir, diye düşündüm. bir tribünde saatlerce oturarak geçenleri seyretmek pek bir fikir vermiyor. üstelik de bir başıbozukluğa şahit oluyorsunuz. bir sürü şımarık ve umursamaz genç önümüzden geçiyor. ne kadar ve nasıl bir mesaj verildiği şüpheli. bu konuda biraz çalışmamız gerekli. saatlerce konuşmalar, koca koca adamların sıraya girip el sıkmaları, artık modası geçmiş kutlamalar.

özden örnek’ten tsk eleştirileri / ordu-hükümet
"askerin karışması yönetmeye döndü"

devletin karar süreci uzun süre genelkurmay başkanlığı’ndan etkilendi. iç ve dış olaylara ait kararlar alınmadan önce genelkurmay’a sormak adet halini almıştı. hükümette olanlar özgür olarak karar veremiyorlardı. bu nedenle de verilen bir karar halk arasında beğenilmezse cevap kolaydı: "asker öyle istedi". bu alışkanlık ihtilallerin bir sonucuydu. askerin karışması, fikir beyan etmesi gereken olaylar elbette vardı ama bu karışma bir çeşit yönetmeye dönüşmüştü. bunun için de özellikle dış politikada cesur adımlar atılamıyordu.

siyasetçiler
"bir şey yapacaksanız hemen yapın"

23 eylül 2003
sabah adalet bakanı cemil çiçek ziyaretime geldi. dün kendisinin geleceğini ve ne yapmam gerektiğini, kara kuvvetleri komutanı ve jangk (jandarma genel komutanı-nokta) ile görüştüğümde bana "gelsinler ama ziyarete gitmiyoruz" dediler. bana böyle bir tutum çok ters geldi. insan harbin sonunda dahi oturup düşmanı ile konuşuyor ve bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. biz böyle yaparak neyi ispat etmeye çalışıyoruz.
(...)
16:00’da içişleri bakanı (abdülkadir aksu-nokta) ziyarete geldi. kendisi esasında kürtçü ve akp’nin kurucularından sayılan bir bakan. kendisi ile uzun süre sohbet ettik. irak’a asker meselesini sordum. bu sefer sorun yok, dedi. ve bana ilk seferindeki yani ikinci tezkere ile olan hikayesini anlattı. sonra kuzey irak’ta barzani ve talabani ile olan ilişkileri anlattı. kendisi kürt ama hiç de kürtçülük lehine çalışan bir adam gibi konuşmuyor.

21 kasım 2003
yavuz kayral’ı mahsus davet ettim, zira bundan önceki gelişinde dyp’nin her zaman emrimize hazır olduğunu söylemişti. ben de bundan önceki gün topluca aldığımız karar gereğince kendisine dyp’nin seçimlerden önce bir miting tertipleyerek kıbrıs konusunu desteklemesini istedim. "peki" dedi ve gitti.

24-30 kasım 2003
yavuz kayral aradı ve dyp’nin kıbrıs seçimlerinden bir hafta önce mersin’de bir miting yapacağını söyledi. bekleyip göreceğiz.

25 aralık 2003
kuvvet komutanları ile beraber toplanarak onur öymen ile kıbrıs konusunda görüşme yaptık. diğerlerinde olduğu gibi onun da görüşlerini sorguladık. katı bir tutumları var. kendisi ile kıbrıs konusundan daha çok son siyasi durumu ve bu noktadan öteye neler yapılabileceğini görüştük. bize chp’nin bir tv kanalı vasıtası ile sisini duyurmaya başlayacağını ve bu konudaki hazırlıkların sonuçlanmak üzere olduğunu anlattı.

14 şubat 2004
dün akşam jandarma genel komutanı bana kara kuvvetleri komutanı’nın salı günü onur öymen ile toplantı yapacağını ve gelmemi istedi. ben de gelemeyeceğimi söyledim. ama eve dönünce kara kuvvetleri komutanı beni telefonla aradı ve muhakkak gelmem gerektiğini anlatınca ben de "peki dedim." salı günü öğleyin komutanlar toplantısı nedeni ile verilecek yemeğe katılamayıp oraya gideceğim.

17 şubat 2004
oö’den öğrendiğimiz bir ifade bizi bayağı şaşırttı. abd’nin akp’yi desteklemek üzere türk basınını yönlendirmek üzere 200 milyon dolara yakın bir yatırım yaptığına dair bazı bilgiler varmış. bu abd’nin oyunu nasıl oynadığının bir işaretiydi. oö ile yaptığımız diğer konular ile ilgili sohbet de çok ilginçti: mehmet ağar’a işbirliği teklif edilmiş ama o "ben tarikatlar ile işbirliği çarelerini arıyorum" diyerek bunu kabul etmemiş. kıbrıs sonrası gündeme gelecek olan ege sorunları ile ilgili de fikrini aldık. bize doğrudan "bu adamlar ege’de de vermeye hazırlar ve planlarını bu yol haritasına göre kurmuşlar" dedi. genelkurmay başkanı’nı tenkit etti ve artık kimsenin ordudan bir şey beklemediğini ve ordunun bir şey yapacağını da sanmadıklarını, ayrıca genelkurmay başkanı’nın adeta partinin bir adamı gibi hareket ettiğinin çok yaygın bir kanaat olduğunu belirtti. dikkatimi çeken ve beni dehşete düşüren diğer bir konu da oö gibi bir kişinin hala gerçeklerin farkında olamamasıydı. hala işçiler ve talebelerden medet umuyordu. kendisine bazı sendikalar ile konfederasyonların nasıl satıldıklarını anlattım, öğrenciler ile ilgili olarak rektörlerin anlattıklarını ve öğrencilerin nasıl atıl ve maddeci olduklarını, artık eskisi gibi sokaklara düşmeyeceklerini izah ettim. anladığım kadarıyla chp de ne yapacağını ve ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. bendeki izlenim kimle konuştuysak bugüne kadar kimsenin bir darbeyi arar veya ister olmadığını gördüm.

29 şubat 2004
konuşmalardan sonra beytepe’ye gittik. herkes toplandı. amacımız 3 mart günü yapılacak olan "ulusal hareket" toplantısına mhp’den bol destek sağlamaktı. ama konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapalıma döndü. ömer izgi "gayet tabii bir şey yapacaksanız hemen yapın" dedi.

sözü edilen tolga, tolga çandar mı?

27 aralık 2003
gündüz ohal gazilerinin tsk rehabilitasyon merkezi’nde açmış oldukları sergiye katıldık. duygu ve hüzün dolu bir gün geçirdik. sergiyi gezdikten sonra gaziler sinema salonunda bir konser verdiler. fevkalade güzel bir konserdi. insanların isterlerse neler başarabileceklerini gördük. bir ara ege bölgesinden türküler çalınıyordu. sahnede, trt’den saz ve türküleri ile tolga isimli bir sanatkar gazilere refakat ediyordu. sanatkarın sesi aynı hasan mutlucan’ın (12 eylül darbesi sırasında trt’nin yayınladığı kahramanlık türküleriyle ünlenen türkücü-nokta) sesi gibiydi. jandarma genel komutanı orgeneral şener eruygur hemen kulağıma eğildi ve bu sanatkarın adresini alalım, lazım olabilir, dedi. güzel bir espriydi.

tek komutanlı darbe girişimi
ayişiği

"sarıkız" darbe girişiminin, başlangıçtaki destekçiler kara kuvvetleri komutanı yalman ve deniz kuvvetleri komutanı örnek’in kesin tavrının ardından tümüyle raftan indirilmesini izleyen günlerde, bu darbe girişiminin en aktif unsuru olarak öne çıkan şener eruygur tek başına bir darbe planlamış. yalman, örnek’e, planın öteki kuvvet komutanlarını da işe katmak ve sadece hava kuvvetleri komutanı’nı işe katmak şeklinde, iki alternatifli olarak düşünüldüğünü anlatıyor.

özden örnek’in günlüklerinde, "ayışığı"ndan sadece bir paragrafla söz ediliyor (14 ekim 2004):
"fenerbahçe’ye aytaç paşa’lara (kara kuvvetleri komutanı-nokta) gittim. daha çok o konuştu. ’şener (jandarma genel komutanı-nokta) bizden habersiz darbe planı hazırlatmış. adı da ’ay işığı.’ darbede kimin başkan olacağı belli değil. hepimize davranışlarımıza göre bir kod adı vermiş. havacı (hava kuvvetleri komutanı ibrahim fırtına-nokta) ona destek verdiği için o anlamda, bizler ise sana karşıt anlamda, bana da belli değil anlamda kodlar vermiş. bu plan gb’nin (genel kurmay başkanlığı-nokta) elinde olduğu gibi içlerinden biri tarafından sızdırıldığı için mit ve hükümetin de elinde varmış. ikinci bir planda ise senle ben gösterilmiyoruz, sadece havacı var."
yani 2004 yılında, komuta kademesinin her defasında biraz daha fazla bölündüğü üç girişimle karşı karşıya kalmışız:
* genelkurmay başkanı’nın hiçbir zaman katılmadığı, başlangıçta dört kuvvet komutanının içinde olduğu, sonraki aylada kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının dışına çıkmaya çalıştığı "sarıkız" kod adlı darbe girişimi.
* jandarma genel komutanı şener eruygur’un tek başına hazırladığı ama öteki üç kuvvet komutanını da işin içine katmaya çalıştığı "ayışığı" darbe girişimi.
* şener eruygur’un yanına sadece hava kuvvetleri komutanı ibrahim fırtına’yı alarak yapmayı planladığı darbe.
dediğimiz gibi, "ayışığı" darbesi, örnek’in günlüklerinin sadece bir yerinde, ayrıntısız olarak geçiyor. fakat o darbenin ayrıntılı power-point sunumları da nokta’ya ulaşmış bulunuyor. bundan sonraki sayfalarda bu sunumların tümünü okuyabilirsiniz.
okumanıza yardımcı olabilir düşüncesiyle, bu sunumlarda belirtilen kod adlarının gerçekte kimlere veya hangi kurumlara tekabül ettiğine dair tahminlerimizi bilginize sunuyoruz...

ocak tsk
sağduyu millet, kamuoyu
yetim genelkurmay başkanı
gemi aslanı başbakan
tayfa milletvekilleri
yörük cumhurbaşkanı
en büyükler kuvvet komutanları
(+) ve (-)ler darbeci ya da karşı çıkan üst düzey subaylar
kaplan kara kuvvetleri komutanı
leopar jandarma genel komutanı
penguen deniz kuvvetleri komutanı
şahin hava kuvvetleri komutanı
çadır yüksek askeri şura
salon tbmm
kasa bütçe, maliye
kahve borsa
ayna polis
gözlük mit
sırtlan abd
çiyan ab
karanlık doğan medya
sarı öküz devlet
abide yaşar büyükanıt
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol