türkiye aile sagligi ve planlamasi vakfı

firambogaz
ekonomik ve sosyal gelişme için türk ailesinin sağlıklı
bir biçimde yaşamını sürdürmesi gereğine inanan iş
adamları, işçi ve işveren sendika başkanları, odalar
birliği, ziraat odaları, esnaf ve sanatkarlar konfederasyonu
başkanları, ilim adamları tarafından sayın vehbi koç’un
öncülüğünde kurulmuş ve ocak 1986 tarihinde faaliyete
geçmiştir. tap vakfı, kamu yararına çalışan gönüllü bir
kuruluştur.

http://www.tapv.org.tr/
igor
kuruluş amaci

türkiye aile sağlığı ve planlaması vakfı (tap vakfı),
ekonomik ve sosyal gelişme için türk ailesinin sağlıklı
bir biçimde yaşamını sürdürmesi gereğine inanan iş
adamları, işçi ve işveren sendika başkanları, odalar
birliği, ziraat odaları, esnaf ve sanatkarlar konfederasyonu
başkanları, bilim adamları tarafından sayın vehbi koç’un
öncülüğünde kurulmuş ve ocak 1986 tarihinde faaliyete
geçmiştir. tap vakfı, kamu yararına çalışan gönüllü bir kuruluştur.

misyon

tap vakfı, ülkemizde üreme sağlığı, ana-çocuk sağlığı ve cinsel sağlık koşullarını iyileştirerek, bireylerin, özellikle gençlerin, ailelerin ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmek ve kadınların aile içinde ve toplumda sosyal statülerini geliştirmek için çalışır.


tarihçe

1985 yılında vehbi koç’un önderliğinde bir grup iş adamı, akademisyen, iş ve işveren kuruluşları temsilcileri tarafından kurulan tap vakfı, türkiye’de yaşanmakta olan hızlı toplumsal değişim sürecine paralel bir oluşumdu. ülke nüfusunun özellikle 1950’lilerden sonra hızla artışı, kırdan kentte göçler, düzensiz kentleşme, sosyal ve ekonomik sorunlar bütün boyutları ile gündemi oluşturuyor, kamuoyu tarafından tartışılıyordu. nüfus konusundaki tartışmalar, özellikle 1960’lı yıllarda devlet planlama teşkilatı’nın kurulması ile başlamış ve birinci beş yıllık kalkınma planında (1963 – 1967) yer almıştı.
bu planda yer alan resmi görüşe göre, hızlı nüfus artışı milli gelirdeki artış hızının önünde gittiği sürece, ekonomik gelişmenin bir ölçüsü olan kişi başına gelir artışını yavaşlatacaktı. bu hızlı artış, kişilerin yaşam düzeylerini yükseltecek olan ekonomik yatırımlar yerine hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak demografik yatırımlara yönelecekti. böylece nüfus sorunları kamuoyunda tartışılmaya başlanmış ve tbmm’nin 1965 tarihinde kabul ettiği “nüfus planlaması kanunu” ile kişilere istediği zaman ve istedikleri sayıda çocuk sahibi olma özgürlüğü tanınmıştı. bu aile planlamasına alanında atılan ilk adımdı.

1960’lı yıllarda nüfusumuz yılda yüzde 3 civarında artıyor ve her kadın için ortalama canlı doğum sayısı olan toplam doğurganlık düzeyi 6’yı gösteriyordu. sağlık boyutundan bakıldığında, bu yasanın ardındaki önemli bir gerekçe, anne- çocuk sağlığına ilişkin araştırmaların, anne-çocuk ölüm ve hastalık oranlarının çok yüksek olduğunu ortaya çıkarmış olmasıydı. anne ölümlerinin yarıdan fazlasının gizli olarak yapılan düşükler nedeniyle olduğu saptanmıştı.

1970’li yıllar, aile planlamasının temel bir sağlık hizmeti olarak ele alındığı, ana-çocuk sağlığı hizmetleri ile birlikte halka ulaştırılmaya çalışıldığı bir dönemdi. ancak dördüncü beş yıllık kalkınma planı (1979-1983), ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerinin etkin bir biçimde yürütülmesinin önemli bir sorun olma niteliğini koruduğunu vurguluyordu. 1983 yılında yasal düzenleme anlamında ikinci bir adım atılarak, cerrahi yöntemlerin de eklenmesiyle aile planlaması yöntem seçenekleri arttırılıyor, 10 haftaya kadar olan gebelikler isteğe bağlı olarak sonlandırılabiliyor, hizmet sunumunu yaygınlaştırmaya yönelik uygulamalar başlatılıyordu.

1970’li yıllarda üç basamaklı rakamlarda olan anne ve bebek ölüm oranları yaygınlaşan sağlık hizmetleri ile düşmeye başlıyordu. 1978 yılı demografi ve sağlık araştırması verilerine göre ülkemizde bebek ölüm oranı binde 170’dir. aynı yıllarda anne ölüm oranı ise yüz binde 200 sınırını geçmiştir. nüfus artışı ve aile planlaması kavramı anne –çocuk sağlığı alanında yoğunlaşırken, nüfusun hızla büyümesinin getirdiği pek çok sosyal ve ekonomik olgu, iç göçlerden dış göçe, kentleşmeden marjinal grupların gelişimine, toplumun tüm sektörlerini yakından etkilemektedir. ekonomik gelişim sürecinde, nüfusun hızla artıyor olmasının getirdiği dinamikler özellikle negatif boyutları ile tartışılmaya devam etmektedir.

bu ortam, kamu sektörünün yanı sıra özel sektörün de nüfus alanında bir şeyler yapmaya yönlendirmiştir. bunun sonucu olarak türkiye aile sağlığı ve planlaması vakfı kurulmuştur.

ilk adimlar (1985 – 1990)

vakfın kuruluşunu takip eden ilk yıllar, aile planlaması çalışmalarını desteklemeye yönelik projelerin geliştirildiği ve uygulamaya taşındığı bir dönemdir. vakıf, özel sektör ile işbirliği içinde, fabrika çalışanlarına yönelik kapsamlı bir dizi proje başlatır. çalışmanın temel perspektifi, çalışan kesimleri aile planlaması kavramı konusunda bilinçlendirmek ve sağlık hizmetine ulaşılabilirliği artırmaktır. eğitim programlarının yaklaşımı, aile planlaması kavramını, anne-çocuk sağlığı, çocukların yetiştirilmesi ve ailenin refah düzeyi açısından ele almaktadır. eğitim çalışmaları, danışmanlık ve sağlık hizmet sunumu ile desteklenmektedir.

1986 yılından başlayarak çeşitli illerde geliştirilen çalışmaların izlenmesi, destek ve değerlendirmeleri devam eder ve 1990’ların ortalarına kadar bu çalışma modeli etkin olarak uygulanır.

1980 yılların başında nüfusumuz yılda yüzde 2.28 oranında artmaktadır. yine 1980’li yılların ortalarında türkiye’de birey başına gelir ortalama 1200 dolar kadardır. tarım kesiminin milli gelire katkısı yüzde 20 lere inmiş bulunmakla birlikte, hala daha çalışanların yaklaşık yüzde 55 i geçimini tarımdan sağlamaktadır.

ülkenin nüfus artışından ayrı düşünülemeyecek bir olgu da kentleşmedir. 1950 yılında yüzde 25 dolayında olan kentli nüfus oranı 1990’lı yılların sonunda yüzde 65’e ulaşmıştır. 1950’li yıllarda başlayan hızlı kentleşme süreci ve aynı hızla olmasa da göç olgusu, kentleşme hala devam etmektedir. kentleşme olgusu, hızla artan nüfusa bağlı olarak, ülkenin sanayileşme hızının önüne geçmiş, kentler yeterince büyümeden ve sanayileşmeden kalabalıklaşmış, yeni gelenlerin kente eklemlenmesi farklı şekillerde ama hep sancılı ve zor olmuştur. son elli yıldır değişen sadece kentsel mekanlar değil, sosyal, ekonomik ve politik boyutları ile tüm kentin dinamiğidir.

ekonomideki değişim kişi başına düşen milli gelir ölçeğinde ciddi gelişmeler göstermiştir. vakfın kurulduğu yıllarda 1356 abd doları düzeyinde olan kişi başına düşen gayrisafi milli gelir (gsmh), geçen 20 yıl içinde üçe katlanarak 4750 abd doları düzeyine çıkmıştır.

1980 ve sonrasının kentleşme dinamikleri 1950 ve 60’larınkinden farklıdır. bu dinamiklerin farklılığını en etkin biçimde ortaya koyan olgu “gecekondulaşma” olgusudur. 80’lerin gecekondusu ile hızlı kentleşmenin başlarındaki gecekondular arasında hem işlevsel hem de maddi açıdan büyük farklılıklar vardır.

kente katılan bu yeni gruplar merkezi ve yerel yönetimler açısından önemli oy potansiyelleri ile siyasi söylemleri, sosyal ve ekonomik yatırım politikalarını etkilemişlerdir. büyük kentlere hızla eklemlenen bu grupların altyapı ihtiyaçlarını karşılamak üzere pek çok kaynak harekete geçirilmiştir. yeni gelenler barınma, istihdam, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını da beraberlerinde getirmişler ve kentleşme süreci onların bu ihtiyaçlarına sınırlı çözümler sunarken, zaman içinde onları yeni yaşam biçimlerine ve yeni doğurganlık tercihlerine doğru dönüştürmüştür. tap vakfı yeni oluşan bu kentsel alanlarda sağlık hizmet sunumunu desteklemeye çalışmıştır.

1983 yılındaki yasal düzenlemenin ardından, sadece hızla büyüyen kentsel alanlarda değil tüm ülke düzeyinde anne-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerinin yaygınlaştırılması çabaları yeni bir ivme kazanmıştır. ulusal ve uluslararası programlar, hükümet-dışı kuruluşlar ve geliştirilen işbirliği ile sağlık hizmetlerinin niteliğini iyileştirmeye ve aile planlaması hizmetlerini standart hale getirmeye yönelik çalışmalar yapılmaktadır. aile planlaması alanındaki hizmet-içi eğitim çalışmaları, sertifika programları, kamu sağlık birimlerinde eğitici yetiştirmeye yönelik projeler pek çok bölgede uygulanmaya başlamıştır.

tap vakfı, 1980’li yılların sonuna gelindiğinde bu çabaların devamı olan iki büyük proje geliştirir. diyarbakır ilinde sağlık bakanlığı ile işbirliği içinde kurulan eğitim merkezi ve istanbul’da model hizmet birimleri olarak çalışmaya başlayan iki klinik yeni on yıllık dönemin başında atılan ilk adımlardır.

ülkemizde hızlı nüfus artışıyla birlikte gerçekleşen kentleşme süreci, sadece nüfusun ülke coğrafyası içindeki konumlanışını değiştirmemiş, aynı zamanda çeşitli yerlerde yaşayan nüfusun bileşimini ve hareketliliğini de değiştirmiştir. göç hareketleri sadece kalıcı köy-kent göçüyle sınırlı kalmamış, mevsimlik göç olgusuyla hareketli bir nüfus, iş fırsatlarına göre hareket eden dinamik bir grup yaratmıştır. özellikle doğu anadolu ve güneydoğu anadolu bölgelerinde yaygın yoksulluğun sonucu olarak hareketli bir işgücü mevsimlik işlere bağlı olarak evi ve iş fırsatları arasında göç eder hale gelmiştir.

ülkemizde nüfus artışı yalnız yüksek doğurganlık düzeyine değil ama aynı zamanda gelişen sağlık koşulları ve beklenen yaşam süresindeki artışa da bağlıdır. ikinci dünya savaşı öncesinde 35 yıl olan beklenen yaşam süresine 1980’li yılların sonu itibariyle 30 yıl daha eklenmiştir. bu sürenin uzamasında, bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi için atılan olumlu adımlar da etkili olmuştur. ölümlüğü azaltan yeni koşulların çok kısa sürede yaygınlaşmasına karşılık, doğurganlık konusundaki tercihler pek çok sosyal ve ekonomik faktöre bağlı olarak değişmektedir. kentleşme ve kentlerdeki yaşam biçimleri bu tercihleri etkilemekte ancak geleneklerin ve alışkanlıkların değişmesi, kimi zaman bir sonraki yeni kuşakta kendini göstermektedir.

1950’li yıllarda, doğurgan çağı kadın başına düşen ortalama doğum sayısını gösteren toplam doğurganlık düzeyi 6.6 çocuktur. 1980’li yılların başında bu sayı bir kadın için 4.1 çocuğa düşmüştür. doğurganlık düzeyindeki bu değişim hızlı kentleşme ve değişen yaşam beklentilerinden azalan bebek ölüm oranlarına, yaygınlaşan aile planlaması hizmetlerinden kadın çalışmalarına pek çok faktörden etkilenmiştir. aile planlaması yöntem kullanımı, kadınlar ve erkekler için önemli bir karardır ve çoğu kez davranış değişikliği gerektirir. yaşam dinamikleri ve yaşamdan beklentilerin değişimine rağmen bu koşulların davranışa dönüşmesi zaman almaktadır.

tap vakfı, 80’li yıllardaki bu değişim sürecinde aile planlaması kavramını ve aile planlaması yöntem kullanımını geniş kitlelere tanıtmak üzere çalışmalar yapmıştır.

gelişen projeler ve değişim süreci (1990 – 2000)

1990 ların ortalarında birey başına gelirin 2800 dolara geldiği, tarımda çalışanların yüzde 50 lerde olduğu, bu sektörün milli gelire katkısının yüzde 16 ya indiği görülüyor. bu da sanayi ve hizmetler kesimindeki nispi büyümenin önemini kanıtlıyor.

ülkemizde toplam doğurganlığın son 25 yıl içinde sürekli bir azalma gösterdiğini biliyoruz. 1993 yılı türkiye nüfus ve sağlık araştırması (tnsa) doğurganlık düzeyini 2.6 olarak saptamıştır. yine aynı araştırma bulguları, ailelerin bildirdikleri ideal çocuk sayısını 2.4 olarak vermektedir. doğurganlık hızındaki bu azalışın kır-kent, eğitim düzeyi ve bölgesel yerleşimler gibi değişkenlere bağlı olarak önemli farklılıklar gösterdiğini biliyoruz. benzer bir eğilim ideal çocuk sayıları için de geçerlidir.

doğurganlığın azalması eğilimi, beraberinde ailelerin çocuk sahibi olma konusunda daha planlı ve bilinçli hareket etmelerini getirmiştir. 1963 yılında yapılan ilk kapsamlı çalışma ailelerin dörtte birinden daha azının ( sağlık ve sosyal yardım bakanlığı araştırması, 1963) bu konuda bir önlem aldığını göstermektedir. 1980’li yıllara gelindiğinde bu oran yüzde 60’lara yükselmiştir. 1983 tnsa araştırması verileri; modern yöntem kullanımını yüzde 27, geleneksel yöntem kullanımını ise yüzde 34 olarak saptamıştır. bu dönem aile planlaması konusunda yalnızca yasal çerçevenin yeniden düzenlendiği değil ama aynı zamanda hizmetlerin de yaygınlaştığı ve kurumsallaştığı bir dönemdir.

1990’lı yıllara gelindiğinde aile planlaması kavramı ve yöntemleri yüksek bilinirlik düzeylerine ulaşmıştır. 1989 tnsa araştırması aile planlaması yöntemleri konusunda bilinç düzeyini yüzde 98 olarak göstermektedir. modern yöntemleri kullanan ailelerin oranı yüzde 38’e yükselmiştir. ancak yöntemlerin yaygın bilinirlik oranlarına karşın, bu bilginin niteliğine ilişkin önemli eksikler vardır. bu nedenle yöntem kullanım süreçleri olumsuz etkilenmektedir. modern yöntemlerin kullanımına ilişkin dinamikler araştırıldığında, geleneksel bilgi kaynaklarının önyargı ve yanlış bilgileri pekiştirdiği, bilgilendirme ve danışmanlık hizmetlerindeki kısıtlılıkların ailelerin doğru davranışlar geliştirmelerini engellediği görülür.

sosyal pazarlama programları, çok sayıda gelişmekte olan ülkede uygulanan ve özel sektörün kamu yararına geliştirilen programlara katılmasını sağlayan bir modeldir. bu programlar ile kamu yararına ürünlerin ve kavramların tanıtımı, pazarlama ve yaygın kullanımı amaçlanmaktadır. aile planlaması yöntem kullanımı konusunda bilgi eksikliklerini ve yanlış yaklaşımları değiştirmek ve kullanım oranlarını yükseltmek için bu model ülkemizde de etkin bir biçimde uygulanmıştır.

aile planlaması ve yöntem kullanımı konusunda kamu sektörü, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları tarafından gösterilen tüm çabalara karşın karşılanamayan bir aile planlaması hizmet ihtiyacı vardır. doğurganlığını tamamlayan ve artık daha fazla çocuk istemeyen ailelerin oranı 1990’lı yıllardan başlayarak yüzde 70’ler civarındadır. buna karşılık etkin yöntem kullanımın bu oranlara ulaşamaması ve giderek azalmakla birlikte 80’li ve 90’lı yıllarda isteyerek düşük yapma oranlarının yüksek oluşu bu ihtiyacı göstermektedir.

aile planlaması yöntemlerinin sosyal pazarlama ile daha geniş kitlelere ulaştırılması, benzer bir yaklaşımın hizmet sektörü içinde de kullanılabileceğini düşündürmüştür. sosyal pazarlama programlarından, bir hizmet ağının etkin ve yaygın kullanımı için yararlanılabilir. özel sağlık sektöründe aile planlaması hizmet sunumunda da bu modelin uygulanmasına yönelik bir adım atılmıştır.

göçlere bağlı olarak büyük kentlerde yaşanan gecekondulaşma olgusu 1980’li yıllardan başlayarak nitelik değiştirmiş, gecekondular artık mekansal olarak da kent içinde kalan, çok katlı yapılar olarak gelişen yerleşimlere dönüşmüştür. bu alanlardaki yaşam kalitesi sadece alt yapı sorunlarıyla değil ama aynı zamanda sağlık, eğitim, sosyal hizmetler gibi alanlarda da kısıtlanmaktadır. yerel yönetimlerin bu sorunları çözme konusundaki çabalarının yanı sıra sivil toplum kuruluşları da farklı sorun alanlarının çözümüne destek olmak amacıyla 1980’li yıllardan başlayarak bu bölgelerde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.

ülkemizdeki sosyal değişim, yalnızca kentsel alanlarda değil, aynı ivmede olmasa da kırsal alanda da hızlı yaşanmış, bilginin yaygın paylaşımı, yeni iletişim teknolojileri ve hızla etkisini artıran kitle iletişim araçları tüm toplumsal kesimleri etkilemiştir. değişen yaşam beklentileri aile yapılarını, evlilik yaşını, istenen çocuk sayısını, doğurganlık tercihlerini de biçimlendirmektedir. ancak doğurganlığın düzenlenmesi konusundaki tutum ve davranışları belirleyen faktörlerin arasında, gelenekler, değerler, alışkanlıklar ve inançlar da yer almaktadır. toplumsal değişimin hızlı olduğu dönemlerde, yaşamın bu boyutu da sık sık gündeme gelmekte ve tartışma platformları oluşturmaktadır.

aile planlaması uzun yıllar kadınların sorumluluğu olan bir alan olarak algılanmıştır. aile planlaması yöntemlerinin çeşitliliğinden hizmet sunumuna ağırlıklı olarak kadınlar için örgütlenen bir alan olma niteliğini korumuştur. ülkemizde de benzer bir algılamanın egemenliğine karşın, erkeklerin de bu alanda sadece karar verici olarak değil ama katılımcı bir aktör olarak da var olmaya çalıştıklarını görürüz. gerek geleneksel bir yöntem olan geri çekme yönteminin uzun yıllardır yaygın olarak kullanımı, gerekse yıllar içinde artan kondom kullanımı bu yaklaşımın göstergeleridir.

1994 yılında kahire’de gerçekleştirilen nüfus ve kalkınma konferansı eylem planı ana maddelerinden biri erkek katılımının önemini vurgular. aile planlaması yöntem kullanımında erkeğin katılımı ve sorumluluk paylaşımı arttırılmaya çalışılacaktır. tap vakfı, uyguladığı pek çok projede erkek ve kadınların eşit olarak yer almasına çalışmıştır. bunun yanında ülke düzeyinde erkeklerin bu sürece katılımını desteklemek amacıyla, erkeklerin hedef grup olarak tanımlandığı yaygın bir proje gerçekleştirilir.

1990’lı yıllara damgasını vuran en önemli değişim aile planlaması olgusunun üreme sağlığı kavramı içinde yeniden değerlendirilmesidir. bu değişim nüfus artış hızından ve sağlık koşullarına pek çok dinamiğin artık sürdürülebilir kalkınma kavramı altında yeniden tanımlanması ile yakından ilişkilidir. 1994 kahire konferansı, çalışma alanımıza getirdiği yeni perspektif ile kamu sektöründen sivil topluma, yeniden tanımlanan ilkeler ve hedefler ve yeni eylem planları ile çalışma yolunu açmıştır.

sürdürülebilir kalkınma kapsamındaki bu yeni paradigma, nüfus politikaları alanında odak noktasına toplumsal cinsiyet ve kadın haklarına da vurgu yaparak üreme haklarını ve cinsel hakları yerleştirdi. haklara dayalı bu perspektif ışığında, aile planlaması program yaklaşımı yerini daha bütüncül bir yaklaşıma, üreme sağlığı ve üreme haklarına dayalı politika ve programlara bırakıyordu. toplumsal cinsiyet kavramına dayalı yaklaşım, kadın eşitliğine duyarlı bir şekilde, kadının ve erkeğin üreme sağlığı ihtiyaçlarını toplumsal konumları içinde değerlendiriyordu. kadınların eşit olmayan toplumsal konumları ve kaynaklara ulaşma konusundaki olumsuz koşulları, üreme haklarını yaşama geçirebilmeleri için çok daha geniş bir toplumsal zeminde desteklenmelerini zorunlu kılıyordu.

1994 sonrasında üreme sağlığı yaklaşımı kapsamında; cinsel eğitim, güvenli annelik, üreme sağlığı riskleri, doğurganlığın düzenlenmesi, cinsel sağlık ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar eylem planları içinde yer almıştı. bu programlarda yer alan hedef ve amaçlara ulaşabilmek için bireyselden uluslar arasına kadar kamuoyunun daha fazla bilgi, anlayış ve kararlılık sahibi olması gerekiyordu. bu yüzden ülkemizde de tüm hedef gruplar içerisinde, nüfus ve sürdürülebilir kalkınma, üreme hakları ve cinsel haklar konularında bilgi, eğitim ve iletişim etkinlikleri güçlendirilmeliydi.

bireylerin, ailelerin, toplumların ve özellikle yeterinde hizmet alamayan grupların, yaşam kalitelerini yükseltmek ve üreme sağlığı gereksinimlerini karşılamak için politikaların oluşturulması ve hayata geçirilmesi savunuculuk/destek oluşturma faaliyetlerini gerekli kılıyordu. kitle iletişim araçları, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kamuoyu oluşturmak ve karar vericilere ulaşmak için etkin mecralardan biridir. bu nedenle medya çalışanlarını hedef alan programlar üreme sağlığı alanında etkin bir savunucuk çalışmasının ilk adımları olarak değerlendirilmelidir.

ülkemizde eğitim, her zaman önemi vurgulanan ve politik olarak desteklenen bir kavram olmasına karşılık hızlı nüfus artışı sürecinde toplumun eğitim gereksinimleri karşılanamamış ve okur-yazarlık düzeyinden ortalama eğitim süresine kadar çok sayıda gösterge dünya ortalamalarının arkasında kalmıştır. oysa eğitim, sürdürülebilir kalkınmanın temel unsurudur; demografik, ekonomik ve sosyal unsurlarla olan bağlantısı nedeniyle refahın artmasını sağlayan bir faktördür. doğurganlık, hastalık ve ölüm oranlarının azaltılması, kadınların güç kazanması, çalışan nüfusun niteliğinin iyileştirilmesi ve gerçek demokrasinin kurulması büyük ölçüde eğitimle olur.

1997 yılında başlatılan 8 yıllık zorunlu temel eğitim uygulaması sadece bireylerin bilgi, beceri ve yeteneklerinin gelişimini değil ama aynı zamanda topluma daha fazla katkıda bulunma amacını gütmektedir. öte yandan bu adımın evlilik yaşının yükselmesi ve kadının güçlenmesine katkıları da vurgulanmalıdır. örgün eğitimin yanı sıra yaygın eğitimde yapılan çalışmalarla eğitim eksikliklerimiz tamamlanmaya çalışılmaktadır. sivil toplum kuruluşları yaygın eğitim alanında giderek daha çok programla, okur-yazarlıktan meslek eğitimine uzanan bir alanda çaba göstermektedir. yaygın eğitim alanında önemli bir misyon yüklenen halk eğitim merkezleri
programlarına üreme sağlığı konularının katılması hedef gruplara ulaşmak için etkin bir yöntemdir.

1999 yılında yaşanan deprem, ülkemizin doğal afetler karşısında ne denli hazırlıksız ve donanımsız olduğunu göstermiştir. deprem sonrası, sivil toplum kuruluşlarının hemen her alanda gösterdikleri çabalarla atılan olumlu adımlar, toplumun sivil toplum kuruluşlarından beklentisini arttırmıştır. artık sivil toplum kuruluşları kurumsallaşmadan sürdürülebilirliğe, her alanda daha yetkin olmak durumundadır.

2000’li yillar

2000’li yıllara gelindiğinde ekonomik ve sosyal alandaki değişimin ivme kazandığı görülmektedir.
2005 yılında birey başına gelirin bugünkü fiyatlarla 4500 doları aştığını görüyoruz. bir ekonomik faaliyet alanı olarak tarımın nispi önemi ciddi olarak azalırken, bu alanda çalışanlar hala daha toplumun yüzde 35 ini oluşturmaktadır. en büyük dinamizmi gösteren sektör ise hizmetler kesimidir.

2000’li yıllarda çalışma alanımıza ilişkin en tanımlayıcı olgu, nüfus artış hızımızın düşmesine karşın hala nüfusu artmakta olan ülkemizde üreme sağlığı alanında eğitimden hizmet sunumuna desteklenmesi gereken alanlar ve karşılanması gereken ihtiyaçlardır. üreme sağlığı, ana-çocuk sağlığı ve cinsel sağlık koşullarını iyileştirmek amacıyla, tüm toplumun ve özellikle gençlerin ihtiyaçlarına cevap verilmesi gerekmektedir.

ergenlik çağındaki grubun üreme sağlığı ihtiyaçları sadece ülkemizde değil bütün dünyada ihmal edilmiştir. toplumların sorumluluğu, güvenilir kararlar almaları için gereken olgunluk düzeylerine gelmelerine yardımcı olacak bilgiyi gençlere vermek olmalıdır.

güneydoğuda belirginleşen üreme sağlığı hizmet açıkları ve altyapının geliştirilme ihtiyacı, vakfın çabalarını daha çok bu bölgede yoğunlaşmasını gerektirdi. batman devlet hastanesine ek bina yapımı ve yeni bir sağlık ocağının hizmete girişi bu dönemde gerçekleşti. hizmetleri geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya yönelik bir başka çalışma da şırnak ilinde gerçekleştirildi.

insanların ruhsal ve bedensel sağlığının büyük oranda cinsel yaşamlarına bağlı olduğu düşüncesi son yüzyılda ortaya çıkan ve giderek daha fazla kabul gören bir olgudur. gelişmiş toplumlarda, cinsel sorunları olan insanlar, sorunu oluruna bırakmaktan ziyade, psikolojik ve tıbbi danışma, ilaç kullanımı, psikoterapi, cinsel sorunların tartışılması gibi yollar kullanmaktalar. yapılan araştırmalar, ülkemizde halkın büyük çoğunluğunun cinselliği hala tabu olarak kabul ettiğini ve cinsellikle ilgili yaşanan sorunları çok fazla paylaşamadıklarını göstermektedir. ancak yeni kuşaklar, cinselliği öğrenme, tartışma ve paylaşma konusunda daha farklı tutum ve davranışları benimsemekte, bu konuda daha aktif ve etkin tavırlar almaktadır.

ülkemizde analığa ilişkin sorunlar hala ciddiyetini korumaktadır. her yıl yaklaşık 1200 kadın analığa bağlı nedenlerle yaşamını kaybetmekte, daha büyük bir bölümü sakat kalmaktadır. beş kadından biri doğum öncesi hiç bakım almamakta, yine beş gebeden biri de sağlık personeli olmadan doğum yapmaktadır. ülkemizde kadınların temel sağlık kaynaklarına ulaşabilirliği, bunları kullanımları, kendi sağlıklarını koruma ve sürdürme olanakları farklıdır. bu eşitsizlikler sağlık politikaları ve programların düzenlenmesinde çoğu kez kadınlar arasındaki sosyoekonomik-kültürel eşitsizlikler, kendi sağlıkları konusunda özerklikten yoksun olmaları ve diğer farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

güvenli annelik hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olan eğitim, iletişim ve danışmanlık hizmetleriyle gebe ve ailesinin bilinçlendirmesi, böylece düzenli doğum öncesi kontrollere gitmesi ve öz bakımının geliştirilmesi sağlanabilir.

2000’li yıllara damgasını vuran en önemli toplumsal olgulardan biri de, ülkemizin avrupa birliği üyesi olma yolundaki çabalarıdır. bu süreçte ülkemizin yaşadığı dinamikleri ve sosyal değişimi tartışmak ve bilgiyi paylaşmak hem türkiye hem de ab ülkeleri için önemlidir. türkiye’nin genç ve kalabalık nüfusunun ab ülkelerini rahatsız ettiği savına karşılık, avrupa’da nüfusun yaşlanması ve iş gücü ihtiyacının ortaya çıkacağı gündeme getirilmektedir. serbest dolaşımın avrupa için bir tehdit unsuru olabileceği varsayımın karşısında, avrupa’daki pek çok işçi ve ailesinin gerekli ekonomik şartları hazırladıktan sonra ülkesine dönmekte olduğu ve yeni üye ülke deneyimlerinin de hızlı bir göç yaşanacağı ihtimalini çürüttüğü söylenmektedir.

tap vakfı, en önemli tartışma alanlarından biri olan nüfus ve göç konusuna ışık tutacak verileri ortaya koymak üzere uluslararası bir konferans düzenlemiştir.

yerel yönetimler her zaman halkın öncelikli ihtiyaçlarına çözüm üretme konusunda çaba harcayan bir grup olmuştur. kentsel dinamikler öncelikleri daha ziyade altyapı, çevre ve temizlik sorunları ile belirlerken, son yıllarda yerel yönetimlerin giderek daha fazla sağlık, eğitim ve kültürel alanlara girdiğini görüyoruz. ülkenin gündemindeki kamu reformu tartışmaları da yerel yönetimlerinin bu rolünü pekiştirmekte, örneğin sağlık konusunda koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik alanlarda yerel yönetimlerden beklentiler artmaktadır.

yerel yönetimler öncelikli bir ihtiyaç alanı olan sağlık hizmet sunumuna girerken; uzun vadeli, stratejik ve kapsamlı bir yaklaşımdan çoğunlukla yoksundur. politik bir yatırım olarak başlatılan sosyal, eğitsel ve sağlığa yönelik çalışmalar yerel halkın temel sorunlarını çözmeye yönelik, yapısal değişimleri destekleyici ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ile uyumlu daha bütünsel ve verimli bir düzleme taşınabilir. bu konuda yerel yönetimlerin, araştırma verileri, politik analizler, yatırım planları ve benzeri araçlarla desteklenmesi gerekir.

genç nüfusun büyüklüğünü ve önemini vurgulamamıza karşın pek çok alanda gençlerin ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal yapı ve örgütlenmeye sahip değiliz. günümüzde gençlerin giderek daha da küçülen yaşlarda cinsel deneyim yaşadıklarını, buna karşılık kişisel deneyimleri ve bilgi donanımları ile buna hazır olmadıklarını biliyoruz. gençlerin kendi cinselliklerini anlamaları, kendilerini istenmeyen gebeliklerden, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan ve bunu takip eden kısırlık riskinden korumalarına yardımcı olacak bilgi ve hizmetler onlara sunulmalı, ulaşılabilir olmalıdır.

gelecek adimlar :

yeni bir yüzyıla başladığımız 2000’li yıllarda, hızlı bir demografik değişimin sonunda çok genç bir nüfus yapısından artık yaşlanma potansiyeli olan bir toplumsal yapıya doğru yol alacağız. gelecek otuz yıl içinde 0-14 yaş nüfus grubumuz uzun yıllardan sonra istikrar kazanarak dengelenecek ekonomik olarak üretken sayılan 20-54 yaş grubu hızla büyüyerek neredeyse iki katına ulaşacak. günümüzde sayısı 3.6 milyon olan yaşlı nüfus ise, 2030 yılında 10 milyon, 2050 yılında ise 15 milyonu bulacak. (tnsa- 2003)

avrupa birliğine katılım sürecinde, ülkemizin genç nüfus potansiyelini nitelikli insan kaynağı haline getirerek bir fırsat yaratması mümkün. ciddi boyutlarda yaşanan istihdam sorunu, kalkınma hızımızdan küresel rekabet koşullarına kadar pek çok faktörden etkilenmeye devam edecek. nüfus yapımıza uygun ekonomik ve sosyal politikaların geliştirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk. yaşlı nüfusa ilişkin toplumsal politikaların, sağlıktan sosyal güvenlik sistemlerine geniş bir açılım içinde tartışılması ve geliştirilmesi için çalışmaya başlamak gerekiyor.

tap vakfı, önümüzdeki yıllarda da üreme sağlığı, ana-çocuk sağlığı ve cinsel sağlık koşullarını iyileştirerek, bireylerin özellikle gençlerin, ailelerin ve toplumun yaşam kalitesini yükseltmek ve kadınların aile içinde ve toplumda sosyal statülerini geliştirmek için faaliyetlerini sürdürecek. programlarımızı geliştirirken üreme sağlığı çerçevesi içinde ancak daha genel bir perspektifi de değerlendirerek; demografik dönüşüm, gençlik ve kadın politikaları, göç dinamikleri gibi ilişkili konuları daha yoğun bir biçimde dikkate alacağız. uluslar arası platformlarda tanımlanan ve ülkemizin imzalayarak onayladığı hedefler ve stratejiler çalışmalarımızda önemli olmaya devam edecek.

toplumun üreme sağlığı, aile planlaması, güvenli annelik, cinsel sağlık, cinsel eğitim ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı konusunda bilgi ve bilinç düzeyini yükseltmek ve bireylerin bu alandaki haklarını kullanmaları için destek sağlamak çalışmalarımızın temel hedefleridir. geliştireceğimiz projelerle, tüm toplumsal kesimlerin üreme sağlığı ve cinsel sağlık hizmetlerinden yararlanmasını, hizmet kalitesinin yükselmesini, üreme sağlığı göstergelerini iyileştirmeyi, yaşlı nüfusun gereksinimlerini gündeme getirmeyi ve sosyal gruplar /bölgeler arasındaki farkları en aza indirmeyi amaçlıyoruz.

aile planlaması danışmanlığı ve hizmetlerini daha nitelikli kılarak yaygınlaştırmak, gebeliği önleyici yöntem kullanımını ve erişimini arttırmak ve istenmeyen gebelikleri önlemek bu amaca yönelik saha çalışmalarını getirmektedir. anne-çocuk sağlığı düzeyini yükseltmek ve güvenli anneliği sağlamak, bilinç düzeyinin yükseltilmesinden , hizmetlerin niteliğine ve ulaşılabilirliğine kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. cinsel sağlık sorunlarının görünürlüğünü ve farkındalığını arttırarak bu alandaki çalışmaları yaygınlaştırmak ve bireylerin sağlıklı ve doyumlu bir cinsel yaşama ulaşmasını sağlamak genç nüfusumuzu da kapsayan önemli çalışma alanları olarak önümüzde durmaktadır.

uyguladığımız programlar ile aynı zamanda sektörler ve kurumlar arası işbirliğini geliştirmeye ve işbirliği ağlarının bir parçası olmaya çalışıyoruz. bir sivil toplum kuruluşu olarak, uzmanlık ve kurumsallaşma düzeyimizi yükseltmenin bu amaçlara ulaşmak için önemli koşullardan biri olduğunu unutmadan çalışmalarımıza devam edeceğiz.


kaynak:http://www.tapv.org.tr

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol