salt insan zekasının arzusudur. çırılçıplak bir istektir yalnızca belki ilkel benliğin özün özünün titreyişidir.
aklın yüksek özlemi
fahreddin er razi nin yorumu..
bil ki marifetullah, (adeta) hazır olan (elde olan) bir cennettir. çünkü cennet, aklına ve arzularının özlemlerine
nail olmandır. işte bundan dolayı cennet, aklı ile arzusu anlaşamadığı zaman, hz. adem (a.s) için cennet olmadı. kabir de mü’min için bir hapishane değildir. çünkü mü’min için orada, aklı ile hevâ-u hevesini birleştiren şey hâsıl olur. hem sonra marifetullah, hevâ-u hevesin ve aklın istediği şeylerdendir. binaenaleyh marifetullah, mutlak manada bir cennet olur. söylediğimiz bu şeylerin izahı şöyledir: akıl, iyiliklerin emanet edileceği bir emin (güvenilir) zat ister. şehvet (heva-u heves) de, kendisinden, tad alacağı şeyleri taleb edebileceği bir zengin zat ister. hatta akıl, yüksek himmeti (gayreti) olan insan gibi, ancak mevlasına boyun eğer. heva da, bir zenginin geldiğini duyunca, iyilikte bulunmasını isteyen kimse gibi, mevlasının iyiliğini istemek için gayrete gelir. hatta akıl, geçmiş nimetlerine şükretmek için, mevtasını yakından tanımak (marifetullah) ister; heva ise, gözlediği nimetlerini elde etme arzusuyla, mevlasının marifetini elde etmek ister. bu ikisi, o mevlanın istediği gibi, onu âlim ve zengin olarak bildikleri (öğrendikleri) zaman, hiç kimseye şükretmem" der, şehvet de, "senden başka hiç kimseden birşey istemem" der. sonra şüphe gelir ve "ey akıl nasıl sadece ona şükredersin, belki o’nun bir benzeri (dengi) vardır? sen ey şehvet, sadece o’nunla yetinirsin, belki orada başka bir kapı vardır?" der. böylece akıl şaşkın bir halde kalır ve bu rahatı kaçar. dolayısıyla yakîn cevherine (madenine) ulaşmak-kavuşmak için istidlal alemine gitmek ister. binâenaleyh hak teâlâ sanki, "bana hizmet ve şükür ile meşgul olma lezzeti, nasıl kuluma gizli kalır" demiş ve resulünü göndermiş ve ona, "bunu, kendinden söyleme, aksine de ki: "doğru olarak bildiğim (allah) bana şöyle diyor: "de ki: o allah birdir." öyleyse sana, vahdaniyetini naklî delil ile öğretti. akıl yürütme ve tefekkür etme zahmetinden seni kurtardı."
bunun izahı şudur, istekler üç kısımdır: bir kısmı, kendisine naklî delil ile ulaşılması mümkün olmayanlardır. bunlar, allah’ın zatını, ilmini, kudretini ve mucizelerin doğruluğunu bilmek gibi, semiyyatın geçerli oluşunun kendilerinden geçerli olmasına bağlı olduğu şeylerdir. bir kısım, kendisine ancak semiyyat (naklî delil ile) ulaşabilen şeylerdendir. bunlar da, vukuunun mümkün olduğu akil ite bilinen herşeyin vaki olmasıdır. üçüncü kısım da, kendisine akıl ve semiyyatın birlikte ulaşabileceği şeylerdir. bu da, allah’ın bir olduğunu ve onun, görülmesinin mümkün olduğunu bilmek gibi şeylerdir. vahdaniyyetin, yani allah’ın birliğinden delillerini, "eğer bu ikisinde, (göklerde ve yerde), allah’tan başka ilahlar olsaydı, bunlar fesada uğrardı" yla özetler.
bil ki marifetullah, (adeta) hazır olan (elde olan) bir cennettir. çünkü cennet, aklına ve arzularının özlemlerine
nail olmandır. işte bundan dolayı cennet, aklı ile arzusu anlaşamadığı zaman, hz. adem (a.s) için cennet olmadı. kabir de mü’min için bir hapishane değildir. çünkü mü’min için orada, aklı ile hevâ-u hevesini birleştiren şey hâsıl olur. hem sonra marifetullah, hevâ-u hevesin ve aklın istediği şeylerdendir. binaenaleyh marifetullah, mutlak manada bir cennet olur. söylediğimiz bu şeylerin izahı şöyledir: akıl, iyiliklerin emanet edileceği bir emin (güvenilir) zat ister. şehvet (heva-u heves) de, kendisinden, tad alacağı şeyleri taleb edebileceği bir zengin zat ister. hatta akıl, yüksek himmeti (gayreti) olan insan gibi, ancak mevlasına boyun eğer. heva da, bir zenginin geldiğini duyunca, iyilikte bulunmasını isteyen kimse gibi, mevlasının iyiliğini istemek için gayrete gelir. hatta akıl, geçmiş nimetlerine şükretmek için, mevtasını yakından tanımak (marifetullah) ister; heva ise, gözlediği nimetlerini elde etme arzusuyla, mevlasının marifetini elde etmek ister. bu ikisi, o mevlanın istediği gibi, onu âlim ve zengin olarak bildikleri (öğrendikleri) zaman, hiç kimseye şükretmem" der, şehvet de, "senden başka hiç kimseden birşey istemem" der. sonra şüphe gelir ve "ey akıl nasıl sadece ona şükredersin, belki o’nun bir benzeri (dengi) vardır? sen ey şehvet, sadece o’nunla yetinirsin, belki orada başka bir kapı vardır?" der. böylece akıl şaşkın bir halde kalır ve bu rahatı kaçar. dolayısıyla yakîn cevherine (madenine) ulaşmak-kavuşmak için istidlal alemine gitmek ister. binâenaleyh hak teâlâ sanki, "bana hizmet ve şükür ile meşgul olma lezzeti, nasıl kuluma gizli kalır" demiş ve resulünü göndermiş ve ona, "bunu, kendinden söyleme, aksine de ki: "doğru olarak bildiğim (allah) bana şöyle diyor: "de ki: o allah birdir." öyleyse sana, vahdaniyetini naklî delil ile öğretti. akıl yürütme ve tefekkür etme zahmetinden seni kurtardı."
bunun izahı şudur, istekler üç kısımdır: bir kısmı, kendisine naklî delil ile ulaşılması mümkün olmayanlardır. bunlar, allah’ın zatını, ilmini, kudretini ve mucizelerin doğruluğunu bilmek gibi, semiyyatın geçerli oluşunun kendilerinden geçerli olmasına bağlı olduğu şeylerdir. bir kısım, kendisine ancak semiyyat (naklî delil ile) ulaşabilen şeylerdendir. bunlar da, vukuunun mümkün olduğu akil ite bilinen herşeyin vaki olmasıdır. üçüncü kısım da, kendisine akıl ve semiyyatın birlikte ulaşabileceği şeylerdir. bu da, allah’ın bir olduğunu ve onun, görülmesinin mümkün olduğunu bilmek gibi şeylerdir. vahdaniyyetin, yani allah’ın birliğinden delillerini, "eğer bu ikisinde, (göklerde ve yerde), allah’tan başka ilahlar olsaydı, bunlar fesada uğrardı" yla özetler.
(bkz: tam bağımsız türkiye)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?