aldous huxley’in , onu çağdaşlarından ayıran çok önemli bir özelliği var; ‘kahin’ sıfatını hak ettiren ileri görüşlülüğü. yazdıklarının günümüz dünyasıyla uyumu o kadar şaşırtıcı ki, ‘kahin’ sıfatı hiç de abartılı değil. birinci dünya savaşı’nda, amerika müdahalesi sırasında huxley uyarmıştı; tüm bunların sonucunda, amerika’nın dünyadaki hakimiyetinin hızla artmasından korkuyorum. avrupa, artık avrupa olmayacak. bugün, huxley’in haklılığı kanıtlanmış olsa da, artık bir şeyler yapmak için çok geç.
huxley’in bir tiranlığı tanımladığı ünlü romanı “cesur yeni dünya ”, george orwell ‘in george stalin terörünü konu alan eseri ‘bin dokuz yüz seksen dört’ ten daha keskin bir tahmin aslında. huxley’in test tüplerinde yetiştirilen bebekler ve gerçekliğe meydan okuyan ‘feelie’lerden oluşan distopyası, orwell ‘in insanlığın suratına sonsuza dek yapışan çizme fikrinden ciddi biçimde ayrılıyor. onun kurbanları kendi köleliklerini olumlayarak, bugünün eğlence dünyasının mantığını haber veriyorlar. ‘bin dokuz yüz seksen dört’ hiç gerçekleşmedi, “cesur yeni dünya ” ise her yerde bizimle.
tüm bunlara rağmen huxley, 1963teki ölümünden sonra popülaritesini kaybetti.huxley, j. f. kennedy’nin suikaste uğradığı gün ölmüştü. bu nedenle ölümü psikopat bir eylemin gölgesinde kaldı. rastgele yapılan bu delice eylem, birden tüm dünyayı tehlikeye sokmuş ve huxley‘in akla dayanan, sağlam tiranlık fikrini çürütüvermişti.huxleyin çöküşünün bir diğer nedeni ise, bloomsbury grubuyla kurduğu yakın ilişkiydi. fakat nicholas murray’ın, yazarın biyografisinde belirttiği gibi, huxley kısa zamanda bu gruptan uzaklaşmış ve victoria çağı’na uzanan köklerinden beslenmeyi sürdürmüştü. huxley pek çok açıdan viktorya çağı’nın son büyük romancısı olarak kabul edilebilir. ‘darwin’in bulldog’u’ lakaplı biyolog t. h. huxley’in torunu aldous 1894te dünyaya geldi. matthew arnold büyük amcası, romancı humphry ward ise teyzesiydi. on altı yaşında, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bir yıl kör kalması, huxley’in iç dünyasını keşfetmesine olanak verdi. oxford’da okuması ona ileride kendine seçeceği konu için geniş bir bakış açısı kazandırdı. o kadar uzun boyluydu ki, christopher isherwood boyundan dolayı, onunla aramda ciddi bir zoolojik farklılık olduğunu hissediyorum demişti. huxley erkek eşcinselliğinden nefret etmesine rağmen, ishervrood’un da aralarında bulunduğu pek çok eşcinsel arkadaşı vardı. genç huxley, virginia woolf, lytton strachey, clive bell ve d. h. lawrance ile aynı ortamlarda bulunmuştu, hatta lawrence, yıllar sonra fransa’da huxley’in karısının kollarında ölecekti. son dakikasında, maria huxley’e kendisini kurtarması için yalvaran lawrance, kocasının gözleri önünde, maria’nın kollarında huzur içinde öldü.huxley, garsington’da tanıştığı, belçika göçmeni maria ile, 1919da evlendi. murray, maria’nın aktif bir biseksüel olmasına rağmen çok mutlu bir evlilikleri olduğunu söylüyor. uzun süreli ilişkilerin sıkıcılığını azaltan bir yaşam tarzları olan huxley çifti, aynı kadınlarla birlikte olurmuş. maria, güzel ve çekici kadınları huxley ile tanıştırır ve bir ilişki için ortam hazırlatmış. hepimiz için az ya da çok sorunlara yol açan kıskançlık ve sahiplenme duygulan, huxley’in yakınından bile geçmemiş görünüyor. huxley’in duygusal yaşamındaki bu boşluğu, romanlarında da hissetmek mümkün. maria, 1930ların sonlarına doğru, huxley çifti los angeles’a taşındığında, marlene dietrich ve greta garbo gibi hollywood yıldızlarının da üyeliği ile ünlü ’sewing circle’ adlı lezbiyen kadın kulübünün üyesi oldu. ilk romanı ‘crome yellow’ (krom şansı) ile büyük başarı yakalayan huxley, yayımcısıyla, murray’ın ‘anıtsal’ olarak nitelediği bir anlaşma imzaladı. bu anlaşmaya göre huxley, her yıl, biri uzun roman formatında olmak üzere iki yeni eser verecek ve karşılığında beş yüz sterlin alacaktı. fakat, ‘cesur yeni dünya’nın satış rakamlarına rağmen, huxley hiçbir zaman zengin olamadı.huxley, aslında ufak tefek seyahatler dışında hiçbir zaman terk etmediği amerika’ya geri döndüğünde, gerçek evini bulduğunu hissetmişti. ilk zamanlar, ülkeyi deştirmiş, püritanizm ve hedonizmin yan yana duruşundan duyduğu rahatsızlığı her fırsatta dile getirmişti. ona göre 20. yüzyılın machiavelli’si bir reklamcı, ‘prens’i ise, insanları her zaman kandırmayı amaçlayan sanatsal ve bilimsel bir metin olurdu. huxley, o dönemde yalnızca california’nın sunabildiği iki şeyden fazlasıyla yararlandı; biri, film endüstrisinden kazanılan para ve dinlerin ve raftan indirilmeyi bekleyen aydınlanmanın baş döndürücülüğü.huxley, film endüstrisine dahil olmayı züppece reddeden başarılı bir senaryo yazarı oldu. ‘aşk ve gurur’ ve jane eyre’in senaryolarını yazan yazarın asıl ilgi alanı ise farklıydı. huxley, insan bilincinin gizi ve modern farmakolojinin insan zihnini sınırlayan kapılan zorlayan gücünün izini sürdü.
insanların, zihinlerinin tüm gücünü kullanabilmek için kimyasal uyarıcılara muhtaç olduğuna inanan huxley, ölüm döşeğindeyken lsd almıştı. huxley bu durumdayken bile, kendi ölümünün ilaçlar tarafından neye dönüştürüldüğünü anlamaya çalışmış ve devamlı sorgulayan zekâsı öldüğü ana kadar keskinliğini korumuştu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?