news from nowhere

stella
alıntılar:

arkadaşımın kelime bilgisini düzeltmekle uğraşacak değildim; benim okul dediğim ve artık kesinlikle ortadan kalkmış olduğunu gördüğüm çocuk çiftliklerinden hiç söz etmesem iyi olu diye düşündüm.

(s.37)

“parlamentomuz bütün insanlardan oluşur.”

kendinden kaçılacak bir cezalandırma sisteminin olmadığı, karşısında zafer kazanılacak bir kanunun bulunmadığı bir toplumda, işlenen suçun ardından kesinlikle pişmanlık gelecektir.

‘uygarlık’ (yani örgütlü sefalet) halkası içindeki ülkeler, piyasanın sakat ürünleriyle tıka basa doldu ve bu halkanın dışındaki ülkelerin pazarını ‘açmak’ için her türlü zora ve hileye başvuruldu. bu ‘açma’ süreci, o dönemin insanlarının beyanatlarını okumuş olan ama yaptıklarından bir şey anlamayan kimselere garip gelmektedir; bu, belki de bize, on dokuzuncu yüzyılın muazzam erdemsizliğinin en kötü biçimini, başkasının yaptığı vahşetin sorumluluğundan kaçma riyâkarlığının ve samimiyetsizliğinin uygulama alanlarını göstermektedir. uygar dünya pazarı henüz pençesine düşmemiş bir ülkeye göz koyduğunda bazı anlaşılır bahaneler uydururdu; örneğin, ticaret sisteminden farklı ve daha az zalim olan bir köleliğin bastırılması, kurucularınca artık inanılmayan bir dinin yaygınlaştırılması ya da yaptıkları kötü işler yüzünden ‘barbar’ ülkenin insanlarıyla başı derde girmiş bir haydutun ya da kana susamış bir çılgının ‘kurtarılması’ gibi. kısacası köpeği dövecek sopa her zaman için bulunurdu.

(s.120-121)

hikâyeyi büyük bir şaşkınlıkla dinledim ve ilk başta, diğerini öldüren adamın, rakibini sadece kendini korumak amacıyla öldürdüğü kanıtlanıncaya kadar gözaltında tutulmayışına şaşmadan edemedim. ancak düşündükçe şu da gözümde giderek daha açık bir hal alıyordu: iki rakip insan arasında kanlı biten bir kavgadan başka bir şey görmemiş olan tanıkların sorgulanmasının da olayı aydınlatmak bakımından bir katkısı olmayacaktı. aynı zamanda, katilin duyduğu vicdan azabının, yaşlı hammond’un bu garip insanların benim suç olarak bildiğim şeyleri ele alış tarzları hakkında bana anlattıklarına bir anlam kazandırdığını da düşünmeden edemedim. bu vicdan azabının abartılı olduğu bir gerçekti, fakat katil eylemin bütün sonuçlarını üstlenmişti ve toplumdan, kendisini cezalandırarak vicdan azabından kurtarmasını beklemiyordu. dostlarımın arasına darağaçları ve cezaevlerinin girmemiş olmasından dolayı ‘insan hayatının kutsallığı’na gölge düşeceğinden artık korkmuyordum.

(s.212)

“bayağı,” dedim, “biz böyle derdik. zenginlerin evlerinin çirkinliği ve bayağılığı, yoksul insanları mecbur ettikleri sefilliğin ve yoksulluğun zorunlu bir yansımasıydı.”

(s.243)

her şey gerçekten de bir düş müydü?

tüm bu süre boyunca, oradakiler benim için gerçek dostlar olmuşlarsa da, onların arasında terim olmadığını hissetmiştim. sanki sonunda beni reddedeceklerini ve ellen’in o hüzün dolu son bakışıyla ifade ettiği gibi, şöyle diyecekleri bir zamanın geleceğini hep biliyordum: “hayır, bu iş olmayacak. bizden biri olmazsın. geçmişin mutsuzluğuna öylesine aitsin ki bizim mutluluğumuz seni yorar. artık bizi gördün; bize dışardan bakan gözlerin de, tahakküm ilişkileri zamanın tüm şaşmaz özdeyişlerini hiçe sayarak yoldaşlık ilişkilerine dönüştüğü zaman –ancak o zaman- dünyanın göreceği huzur dolu günler olduğunu gördü. geri dönüp hayatına devam ettiğinde etrafında başkalarını kendine ait olmayan hayatlar sürdürmeye zorlayan ve kendi hayatlarını da umursamayan insanlar göreceksin; ölümden korkmalarına rağmen hayattan da nefret eden insanlar. geri dön ve bizleri gördüğün için daha mutlu yaşa. zira mücadelene ufak da olsa bir umut ekledin. yeni yoldaşlığın için gereken her tür acıyı çekerek, çabayı göstererek yaşamaya devam et.”

evet, kesinlikle! ve başkaları da onu benim gördüğüm gibi görebilirse, o zaman buna bir düşten çok tahayyül demek daha doğru olur.

(s.266-267)


bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol