kore savaşı

salavin
mehmet kaplan’ın “nesillerin ruhu” kitabının bir yerinde, kore’ye asker gönderme bahsini okurken, aklıma yıllar önce istemeden tanık olduğum bir konuşma geldi. bu konuşmayı nakledeceğim ama az sonra… biraz gevezelik yapayım da…

mehmet kaplan, makalesinde kore’ye asker gönderilmesini “doğru” ve “haklı” buluyor. milliyetçi ve anti-komünist bir ilim adamının bu görüşü savunmasında şaşılacak bir şey yok. kore’ye asker gönderilmesini, herkes, mensup olduğu ideolojiye ya da dünya görüşüne göre, yani dünyadaki fikri duruşuna doğru ya da yanlış bulabilir. her görüş, mantıklı bir temel dayandığı müddetçe değerlidir de.

ikinci dünya savaşı’ndan sonra türkiye’nin önünde üç seçenek vardı. ya, batının liberal (ve kapitalist) dünya görüşüne bağlı bir devlet olacaktık. ya, sovyet rusya’nın güdümünde sosyalist bir devlet olacaktık. ya da iki dünyayı da kabul etmeyip, kendi içine kapalı, barışçı ama iddiasız ve pasif bir üçüncü dünya ülkesi olacaktık.

devlet olarak birinci yolu tercih ettik. tekrar edeyim bu tercihi devlet politikasının gereği olarak yaptık. tercihimizin olumlu ve olumsuz yönlerinin sadece dp iktidarına yıkılması, sonuçta sadece dp’nin övülmesi veya yerilmesi haksızlıktır. çok partili siyasi hayata geçiş bile bu tercihin sonucudur ve bu politika 1950’de değil, 1945’te başlamıştır, yani dp’nin henüz ortada olmadığı dönemde. 1950 yılında dp ve menderes iktidara gelmeseydi bile, liberal ve kapitalist batı yanlısı politikalar chp tarafından uygulanmaya devam edecekti. sözün kısası, 50 seçimleriyle karşı-devrim falan başlamış değildir. bu iddiamın dayanağı, 1946-1950 arasındaki chp politikalarıdır. 50-60 arasında yapılanlar, 46-50 arasında yapılanların uzantısıdır.

bu noktada bir “düşünme arası” vererek hep aklımda olan ve hiçbir zaman cevabını bulamayacağım bir soruyu nakledeyim. atatürk, ikinci dünya savaşı’nda başımızda olsaydı, muhtemelen inönü politikasının benzerini uygulayacak ve türkiye’yi savaş dışında tutmaya çabalayacaktı. bu hususta fazla bir şüphem yok. peki ya sonra? savaştan sonra, dünyanın iki kutba ayrıldığını gördüğünde, yukarıda bahsettiğim üç seçenekten hangisini seçerdi? kafamızdaki bağımsızlık düşkünü atatürk portresine en uygun seçeneğin “üçüncü yol” olduğu görünüyor. ben de, üçüncü yolu kabule şayan görmekle beraber, birinci ve ikinci yolu da hepten ihtimal dışı görmüyorum. elbette bunlar “teyzemin bıyıkları olsaydı dayım olurdu” kabilinden, yararsız gibi gözüken “düşünce egzersizleridir”. fakat, ihtimalleri hesaba katmadan gerçekleri anlamak kabil değil.

şimdi, yazımın başında zikrettiğim konuşmayı nakledebilirim.

iki yıl kadar önce, banliyö trenine binmiş, cebeci’den eve doğru gelmekteydim. karşı tarafımda ve iki sıra kadar önümde, yaşları yetmişi aştığı belli olan iki ihtiyar konuşmaktaydı. istemeden konuşmalarına tanık oldum. ismet paşa’dan, menderes’ten bahsettiklerini işitince daha bir can kulağıyla dinlemeye başladım. ateşli konuşmalarının bir yerinde, ihtiyarlardan biri bastonunu sertçe yere vurarak “kore’ye asker gönderilmesine ne gerek vardı? bize ne kore’den?” diye yüksek sesle bağırdı. diğer ihtiyar pek bir şey demedi ve ilk durakta banliyöden indi. fikri bir zafer kazanmış gibi gururlanan diğer ihtiyar da, derin düşüncelere dalmış devlet adamı ciddiyetiyle camdan dışarı gecekondulara baktı ve sonraki istasyon da banliyöden o da indi.

benim tuhafıma giden, ihtiyarların kore’ye asker gönderilmesini doğru ya da yanlış bulmaları değildi. önceden yazdığım gibi, herkes, dünya görüşüne göre, bu hususta bir şeyler söyleyebilir. burada bir fevkaladelik yok.

benim asıl tuhafıma giden, sanki dünkü olay hakkında yorum yapar gibi, çok taze bir olaymış gibi, elli küsur sene önce devletin yaptığı bir insiyatif hakkında, iki ihtiyarın ateşli ateşli tartışmalarıydı. ihtiyarlar arasında fikri münazaralara hele hele siyasi münazaralara pek tanık olmadığım için, halleri o gün bana pek acaip görünmüştü.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol