kız kulesi efsaneleri

bgat
denizin ortasında, gelen geçen gemilere göz kırpan kız kulesi, istanbul’da nuh’un gemisine benzetilmeyi hak ediyor doğrusu.çünkü hakkında o kadar efsane var ki.ve her bir efsanede kız kulesi, aşıkları bağrına basmış onları bugün istanbulu koruduğu gibi o zaman da korumuş.boğaz’dan gelip geçen gemilerin arsız ve umarsız seyirlerine bekçi ve o istanbul’un dişi gardiyanıdır adeta .ancak hayatındaki erkekler de sadece gemiler,dretnotlar veya varyaglar değildir elbet.kendisi bir efsanedir aslında.tıpkı hayat hikayesi gibi.
kız kulesi ile ilgili en eski efsanelerinden biri, istanbul’un, ya da o zamanki adıyla byzantium’un atina’nın hükümranlığı altında olduğu döneme dayanır. bu efsaneye göre, makedonya kralı filip’in istanbul’a saldırma ihtimaline karşı, atina krallığı, istanbul’u korumak üzere amiral hares komutasında 40 pare gemi gönderir. hares’in çok sevdiği eşi damalys öldüğünde, amiral, eşini buradaki kayalıkların içine oydurduğu bir mezara defneder.bizans dönemiyle ilgili efsane de, eski yunan hikayesindeki gibi ‘acı son’la biter.

falcılar, bizans kralına, ‘sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek’ diye, kötü bir haber verir. kral, kızını yılan sokmasın diye, kız kulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırır, kızını buraya yerleştirir. ancak genç bir subay, kralın kızına aşık olur.günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlar ve ona götürür.tabi ne olduysa o zaman olur. çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürür.aşıklar dünya hayatında bir araya gelemezler ama kız kulesinin de efsaneleri bitmez.
kız kulesi denizin ortasına bir gülü korumak için yapılır ve artık ona ait özel günler de akmaya başlar.tabiki bu günler hep efsaneyle doludur artık.

boğaz içinin güzelliğini donatan en güzel efsane de ona aittir.

bu efsanenin çanakkale boğazının en dar geçidinde ortaya çıktığı söylense de artık kız kulesinin efsanesi olmuştur ve mitoloji kronolojisinde hep bizim dişi gardiyan için anlatılır olmuş bu efsane.

çanakkale boğazının en dar olduğu yerde biri sestos, öbürü abydos diye iki şehir varmış. abydos, anadolu topraklarında, sestos da karşıda trakya kıyısında yaşarmış.abydos’ta adı leandros olan bir kral oğlu yaşarmış, sestos’ta adı hero olan aşk tanrıçası aphrodite’nin bir rahibesi varmış. hero ile leandros gönül vermiş birbirlerine.durun leandros ile hero’nun kız kulesi aşkını anlatmadan önce adonis ile aphrodite’in hikayesini bilmeniz lazım.

bir bahar günü sestos’ta bayram varmış, aphrodite’nin çok genç ölen sevgilisi adonis’in şerefine bir bayrammış bu. adonis veya temmuz ağaç kabuğundan doğmuş, çiçek gibi körpe, canlı bir çocukmuş. aphrodite onu görür görmez, güzelliğine vurulmuş, çocuğu yer altı tanrıçası persophone’ye vermiş, büyütsün diye. ne var ki, karanlık ülkenin tanrıçası da çocuğa tutulmuş. aphrodite’ye geri vermek istememiş. tanrıların babası zeus kızlarının arasını bulmak için adonis yılın üçte birini yeryüzünde aphrodite ile, üçte birini yeraltında persephone ile, geri kalanını da kendi nerede dilerse orada geçirecek diye kesip atmış. ama adonis yılın sekiz ayını aphrodite’nin yanında geçiriyor, yalnız dört ay iniyormuş karanlık ülkeye, persephone kıskançlığından bir yaban domuzu salmış ormanlara, hayvan adonis’i avlanırken yaralamış, öldürmüş. can çekişen sevgilisinin yanına koşarken aphrodite’nin ayağına bir gül dikeni batmış. o güne kadar beyaz olan gül, tanrıçanın kanıyla al renge boyanmış.
tanrıça, adonis’in gövdesinde ne kadar kan damlası varsa, o kadar gözyaşı dökmüş, toprağa dökülen her damla kandan bir lale, her damla yaştan bir kırmızı gül fışkırmış. bundan böyle bahar bayramında kadınlar, “ ah adonis! vah adonis!”diye bağırıp dövünürler, tören yaparlarmış.
leandros, hero’yu bu törenlerin birinde tepeden tırnağa kırmızı güllerle donanmış olarak görür ve olan olur her ikisinin gönlüne aşk ateşi düşer düşer ya .işte efsane böyle başlar.

abydos’lu kral oğlu sestos’lu, rahibeye ne pahasına olursa olsun kavuşmak ister.ancak arada bir engel vardır. hero’nun rahibe olması.böyle olunca hero evlenemez ve sevdiğine kavuşamaz.ama aşk sınır tanımadığı gibi deniz ,deryayı hiç dinlemez elbet.leandros anadolu kıyısından sestos’a geçmek için yanıp tutuşur. bir gece dalgalara bakarken, sestos’taki kulenin tepesinde bir ateşin yandığını görür. hero kuleye çıkmış, sevgilisine, “gel, gel!” diye bir meşale sallar.deniz durgundu, ay suda hafifçe dalgalanan ışıltılarıyla leandros’a bir yol çizer gibidir.
leandros dayanıklı bir yüzücüdür ve karşı kıyıda hero’ya varan ışık yolu ise ona oldukça kısa görünür.

dalgacıklar, “gel, biz seni götürürüz” der gibi fış fış ederek, kuledeki meşale ile aynı şarkıyı söyler ve hero’ya kavuşacağı hayaliyle suy atlar.var gücüyle kulaç atar,yüzmeye başlar. hero’nun elinde sallanan meşale de gittikçe yakınlaşır.aşk sarhoşu leandros artık yüzmüyor, su fırtınası arasında uçuyor gibidir. son bir kulaçla karaya ayak basar, soluk bile almadan kumsaldan yukarı koşar. kulenin kapısı açıktır ve içeriye dalar, merdivenleri tırmanır.ilk defa birbirine sarılacak bir kadınla bir erkek nasıl bir an duraklar, karşılarına çıkan mutluluğa nasıl şaşkınlıkla inanmadan bakarlarsa, hero ile leandros da öyle duraklar, bakışırlar. meşale söner, sestos kulesi kapkara bir taş yığını gibi yükselir ay ışığında.
bir gece, bir gece daha, her gece leandros kulede sallanan meşaleye doğru yüzer, her gece hero’ya kavuşur ve her sabah doymadan, yaz gecelerinin kısalığına üzülerek dönüş yolunu tutar.ancak yaz geçmiş, boğazda dondurucu poyrazlar esmeye başlamıştır. ne var ki, sestos kulesinde meşalenin yandığını gördü mü, ne rüzgar, ne dalga, ne soğuk durdurabilir leandros’u. denize dalar dalmaz en yüksek dalgaları yara yara yüzer, yorgunluğunu duymadan varır karşı yakaya. hero korkmaya başlamıştır, denizden çıkan sevgilisinin buz gibi bedenini sararken bir tehlike sezinleyerek ürperiyordur. hızla esen bora meşalesini söndürecek gibi oluyur bazı geceler. yine de gelme diyemez leandros’a. kavuşmamak, biri boğazın bir kıyısında, öbürü öbür kıyısında bütün bir gece ayrı kalmak akla sığmayan, olmayacak bir şeydir.
bir gece fırtına daha serttir. hero’nun elindeki meşaleyi söndürür, dağ gibi yükselen dalgalar leandros’un çırpınan gövdesini döve döve sestos’tan çok ötelere sürükler. delikanlı bütün gücüyle karşı koymaya çalışır, ama kulenin tepesindeki ışığı göremez olmuştur artık.nereye doğru yüzeceğini bilemez.
yol gösteren ay ışığını kara bulutlar kaplamıştır. leandros’un yüreğindeki ateş yanar daha, ama kollarının, bacaklarının gücü tükenmiştir. buz gibi bir donukluk sarar bedenini. ne olduğunu bilmeden bırakır kendini denize. sabaha karşı dalganın kıyıya sürüklediği cesediyle acı son başlangıçtır onun için.
sestos kıyılarında kurşun gibi bir sabah ve serin hava hero’yu sarmıştır.bitkin bir şekilde akşamdan beklediği leandros’unu düşünmektedir.fakat kıyıya sürüklenen cesedi görünce hasret ateşini söndürmek için kendisini sadece marmaranın sularına atmak olur çaresi.çaresizliğinin çaresi olarak.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol