gönül yarası

firambogaz
"gonul yarasi ya da d(d)unya’nin halleri

birkac yil once, rahmetli bulent oran’a iliskin bir belgesel film cekiyordum. filmin icinde bir kismini kullanmak uzere genisce bir soylesi gerceklestirmistim. bulent oran, (ehli bilir) senaryo uretiminde tartismasiz sampiyondur. kaleme aldigi senaryolarin sayisini kendisi de bilmezdi.


tuzla’daki evinde, cekim icin on gorusme yaptigimiz esnada, salonda otururken televizyon acikti ve bir turk filmi gosteriliyordu. diyaloglari sikir sikirdi. ’agbi’ dedim, ’senaryosu sizin olmasin!’ birkac dakika seyretti, ’olabilir ama hatirlamadim.’ dedi. gorusme boyunca, sesi kisik bir halde film gosterimi surdu ve bittiginde rol akarken baktik, gercekten de senarist oran idi. keza, filmin ic mekânlarinin cekiminde, yine tuzla ve gayrettepe’deki evinde, her odada bir televizyon vardi ve cogu acikti. uc ekrandan ikisinde oran’in yazdigi bir filmi seyrediyorduk. son gundu. dis cekimlerden sonra tuzla’ya donduk. arac gerecimizi toplayip vedalasacagiz. televizyonu acti -gercekten abartmiyorum- yine yazdigi bir film. allah rahmet eylesin, bulent agbi dur durak bilmeksizin, surekli senaryo yazmisti ve sadece bizim sinemamizda degil, belki dunya sinemalarinda da senarist olarak birinciligi kimseye kaptirmamisti.

bu uzun girisi sunun icin yaptim: bizim yesilcam film gelenegimiz, yerlisi yabancisi, solcusu sagcisi, hemen herkes tarafindan ya kucumsenir veya taslanir. haklilik payi da yok degildir bu elestiri ve kucumseyislerin. lakin onyargisiz, anlamak uzere yaklasan kisi sayisi bir elin parmaklarini gecmez. bulent agbi, ozelestirisini de surekli yedeginde tasirdi ama yesilcam gelenegini en dogru ve iceriden kavrayan sinemaci da o idi.

ona, o uzun soylesmede, ’filmin sonunda kavusamayan sevgilileri ve seyircinin tepkisini sordum’ soyle dedi: ’sonu cok tatsiz biten filmler de muthis is yapardi. uzun sure gosterimde kalirdi ve kapali gise oynardi. benim kanaatim su yonde: seyirci, birbirini delicesine seven, tutkulu âsiklarin, dunyada cileli bir omur surup kavusamadan ote dunyaya gittiklerini gorur, cektikleri acilarin mukafati olarak da orada ebediyen kavusacaklarini sezer veya inanirdi. bu yuzden ne kadar ici acisa da hikaye ne kadar tatsiz bitse de, seyirci onu mutlu bir hikaye olarak algilardi.’

buradan hareketle ayse sasa, bulent oran’a iliskin bir yazisinda, ’yesilcam melodramlarinin, olumle birlikte hayata son tanimadiklarini, bilincsiz de olsa bir ezel ebed fikrine yaslandigini’ yazdi. bu yoruma tumuyle katilirim.

oran’a, sorduklarim arasinda, yesilcam sinemasinin toplumsal yasamla iliskisi de vardi. o mizahî dilini de kullanarak (oran’in ilk yazdiklari mizahî oykulerdir. uc bacakli kedi adli nefis kitabi, akbaba yayinlari’nca yayimlanmistir.), yesilcam’i kucumseyen ve toplumsal sorunlara kayitsiz kaldigi icin elestirenlere yonelik, ’yahu’ dedi, ’en kotu film en az uc hafta gise yapardi. inanilmaz bir ilgi olurdu filmlere. sokaktaki insan, kendi gercegini perdede buldugu icin acayip sahiplenirdi. ertesi gun isyerinde sigara molasinda film konusulurdu. bir hafta boyunca filmin etkisi surerdi, kendi aralarinda soylesirlerdi. hayattan filmlere bir seyler yansidigi gibi, filmlerden de hayata yansiyan bircok sey vardi ki, bunlarin mesela en ilginci, pavyon kapatma olayidir. rahmetli talat artamel’e bir defasinda bir ask filmi yazmistim. senaryoyu goturdum. aldi okurken birden hiddetlendi, ’yav bulent’ diye cikisti, ’sen beni oldurecek misin?’ ’hayirdir n’oldu?’ dedim. ’buraya bir pavyon sahnesi koymussun. simdi oturup yazmak kolay. sen biliyor musun, bir pavyon sahnesi kaca mal oluyor bize? garsonlari, konsomatrisleri, musterileri, calgicilari, geleni gideni...’ ’kolay’ dedim, ’ver sunu.’ senaryoyu alip yan odaya gectim. birkac dakika sonra dondum verdim. sahneyi soyle degistirmistim: cuneyt arkin kizla birlikte pavyona gelir. iceride kimse yoktur. sadece sahnede bir kemanci ve yanda bir garson. sadece bir masa.’ kiz sasirir. ’kapali galiba burasi?’ filan gibi bi laf eder. arkin, ’hayir’ der, ’seni baska gozlerden kiskandigim icin pavyonu kapattim.’ simdi bu anadolu’da filmin gosteriminden sonra salgin gibi yayilmaya basladi. yesilcam sinemasi, yoksullarin, caresizlerin, kucuk seylerle yetinmeyi bilen, hayata sevecen bakabilen ve sukredebilen insanlarin hikâyelerini anlatti. biz, cogunlugun gercegini aktariyorduk. ayrica, yesilcam, sicak, samimi ve ahlakci bir sinemadir. aile, digerkamlik, merhamet, adalet ve askin yuceltildigi bir dunya bu. bir avuc elit burun bukmus, begenmemis, ne cikar. zaten sinema, demokrat bir sanattir. film izlenecek, is yapacak, para donecek ki talep olsun ve yeni filmler yapilsin. sonradan gercekci, toplumsal gercekci diye bir suru film yapildi. birkac salonda uc bes kisi izledi sadece. bence onlar turkiye’nin gerceklerini yansitmiyordu, turk insaniyla ilgisi yoktu.’

bulent agbi pek cok yorum yapti bu gelenege iliskin. ama bu yazinin konusu degil. bu yazinin konusu, simdiye kadar seyrettigim en guzel turk filmi olan gonul yarasi.

turk sinemasinin tartismasiz en buyuk yonetmeni olan yavuz turgul’un hikâyeleri, hem bu gelenege, yesilcam diline yakindir, oradan beslenir hem de ondaki zaaflardan uzaktir ve yerel bir oyku, onun kamerasiyla kozmik bir hikâyeye donusuverir. bunun son gorkemli ornegi gonul yarasi oldu. gonul yarasi, bir turkiye yarasi olarak okunabilir. bir dunya ve insanlik durumu olarak seyredilebilir. filmi sig bir bakis acisiyla izleyenler, bunun siradan bir ask ve huzun oykusu, bir tur melodram oldugunu dusunebilirler. hos melodram da olsa, goruntuleme, cerceveleme, isik, ses, diyaloglar, oyunculuk, yonetim, dekor, cevre tasarimi, kostum kullanimi-yerlestirimi, muzik vs vs. bakimindan olaganustu guzel, gercekci, titiz ve saygili... bundan soz etmeyecegim ben. filmdeki hikâyenin icine nufuz etmeye calisacagim.

dunya (meltem cumbul) adinda bir kadin var. bu, kendisini tutkuyla seven ama cok hirpalayan, bu yuzden evliligini surduremeyen ve ayrilan halil (timucin esen) adinda biriyle evliymis. guneydogu’dan, midyat’tan biri. halil, vakt-i zamaninda antep’te birinci sinif bir kaportaci. dunya ise pavyonda sarkici. sesi ince, ipeksi, kadife gibi. cok icli turkuler soyluyor. halil âsik oluyor kiza. ailesi karsi cikiyor ama evleniyor. evlatliktan reddediliyor. (bu ’reddetme/reddedilme’ olayi yesilcam’dan mi topluma sirayet etmistir yoksa toplumsal bir gercek olarak yesilcam’a mi yansimistir, bilmiyorum) neyse uzatmayayim...ayrildiktan sonra dunya, istanbul’a geliyor. ha bir de alti yedi yaslarinda bir kizi var, onu da yanina aliyor. kiz, halil’le dunya’nin siddetli bir kavgasina tanik oldugunda sok geciriyor ve dili tutuluyor, konusamiyor. filmin bir baska kisisi, nazim. (sener sen) babasi rifat ogretmen gibi o da egitim neferi. emekli oluyor. istanbul’a donuyor. babasi idealist, chp’li, solcu, namuslu bir yari-aydin. aydinlanmaci. ogluna nazim adini veriyor. hem sairden kinaye, hem de (belki daha onemlisi), ’dunyaya nizamat verme’ tutumunu yansitiyor. nazim’in bir oglu bir kizi var. oglu memet, kizi piraye. oglan beyaz esya alip satiyor. kiz bankaci. (sadece bankaci degil, cocukken, ’dunyanin bir ucundaki koyde, hastalandiginda, babasinin kendisini egitime, ogrencilerine adama tutkusu yuzunden tupleri tikanmis ve cocuk sahibi olma sansini yitirmis. ilk evliliginin bosanmayla sona erisi de bu yuzden. ne hazindir ki, nazim, kizinin bu yuzden bosandigini dahi bilmemektedir.) nazim’i, idealistligi yuzunden esi terk etmis, baskasiyla evlenmis. cocuklariyla dahi ilgilenemeyecek kadar kendisini vatanina, milletine, toplumsal ve ahlaki ideallerine adamis. o kusagin trajedisini guzel yansitiyor. nazim samatya’ya, baba evine doner. oglu ve kiziyla arasindaki boslugu fark eder. emekli ikramiyesi gelene degin, cocukluk arkadasi takoz’un taksisini geceleri calistirmaya baslar. bu sira dunya ile tanisir. (nazim’in dunya ile sahici iliskisi baslamistir.) ona da yardim eder, istanbul’a gelen halil’den onu korumaya calisir. evine alir, vs vs. halil’in tutkusunu gorunce, dunya’yi tekrar ona donmeye ikna eder, ama aralarinda telaffuz etmedikleri bir ask baslamistir. (hangi fani, dunyanin cekici cagrisi karsisinda cevapsiz kalabilir!) dunya, halil’le antep’e doner. birkac ay sonra bir aksam nazim’i arar ve ’agbi n’olur gel, beni bu adamdan kurtar’ diye aglar. nazim hemen gider. otogar cay bahcesinde bulusurlar. halil de esinin kacmaya calistigini ogrenip ayni mekâna gelir. dunya kararlidir. ’madem gideceksin, bari bir turku soyle de oyle git’ diye yalvarir halil. kadin, dertli bir arguvan turkusunu (etek sari sen etekten sarisan) soylerken nazim’la aralarindaki gizli askin isiklari ve golgeleri oynasmaya baslar. halil bunu fark eder ve ansizin silahini cekip dunya’nin beynine sikar. ardindan kendi beynine de sikar. son sozu, ’affet, sana verdigim sozde duramadim. melek sana emanettir.’ olur. nazim kizi alip istanbul’a gelir. ve bir gun kizin dili acilir. vs vs. ana hikaye bu. imdi;

dunya (meltem cumbul), dunyanin imajidir. el-cevziyye’nin senetleriyle birlikte naklettigi bir hadiste, ’seylerin dunyaya en cok benzeyeni kadindir’ buyrulmustur. turgul’un dunya adini ozellikle sectigini saniyorum. dunyanin ozellikleri soyledir yaklasik olarak: cok cok guzeldir, cekicidir, her dem taze gorunmektedir, davetkardir. biraz saftir, hayli zekidir. degiskendir, halden hale girer. sen kahkahalar atarken birden huzunlenir, aglamaya baslar. kararsizdir. (birkac sahnede, kizinin yasi ve gecmiste olup bitenlerle ilgili konusurken, rakamlari karistirir durur: ’o zaman alti yasindaydi, yok bey, dort de olabilir, yok yok alti...’ vs. gibi.) halil’e yar olmamistir. nazim’a da yar olmaz. calistigi pavyonun sahibine de yar olmaz. dunya kimseye yar olmaz filmde. bu simgeselligi dogrulayan onlarca sahne var. ornegin birinde, evin balkonunu dolunay yikarken kizinin saclarini tarar ve yaklasik olarak soyle der: ’benim kizim buyuyecek, prenses olacak. guzelligiyle butun erkeklerin gonlunu kendine dusurecek. herkesin gozlerini kamastiracak. ama kimseye yar olmayacak, evet demeyecek. herkes ona sahip olmaya kalkisacak, ama o kimseyi secmeyecek.’ bu, bir hadis mealidir. (burada dunya’yi, ed-dunya olarak okumak gerekir. arapcada ed-dunya, bizim yasadigimiz arz, asagi âlem icin kullanilir, el-alem kelimesi ise, ’yuce dunya’ anlamindadir.)

dogum gununde turku bara gitmek icin hazirlandiginda nazim’a nasil gorundugunu sorar. nazim d(d)unya’nin guzelligi ve cekiciligi karsisinda tutulma hali yasar. dunyaya ideallerinin gozlugunden bakan nazim icin bu sahne de, gercek dunyayla karsilasmanin istiaresi olarak okunabilir.

fellini filmlerini animsatan kavga gurultu sahneleri de d(d)unya’nin imajiyla bagdasir niteliktedir. dunya kuru kavga ve gurultulerin yapildigi bir yerdir. kucuk cikar ve amaclar icin insanlar birbiriyle didisip dururlar. kavgalarin ekseninde hep d(d)unya vardir.

melek (d(d)unya’nin kizi), cocuklugun dolayisiyla hem bizatihi safligin ve temizligin simgesidir, hem de d(d)unya(nin kizi yani gelecegi olarak, yonetmenin gelecege iliskin umut ve iyimserliginin imgesidir. dilinin tutulmus olmasi d(d)unya’nin saf ve arinmis insanlarinin dillerinin henuz yeterince gurbuz olmayisi biciminde bile okunabilir.

halil (timucin esen), hem ozel isimdir hem de ’dost, enis, dost edinmeye calisan, dost olmak isteyen’ anlamlariyla filmdeki ana hikâyenin onemli bir figurudur. halil, dunyaya cilginca âsiktir, tutkundur. nazim’la bir gece samatya’daki meydanda, bankta soylesirken aglayarak soyle der: ’agbi benim bu d(d)unya’ya olan askim, uyusturucudan beter. ben kendimde degilim. beni bu hale d(d)unya’nin aski getirdi. ben bu kadinin (d(d)unyanin) sesine vuruldum. cok icli, cok buyulu bir sesi vardi, ona âsik oldum, kandim. ben ne yaptigimi bilmiyorum, bana yardim et agbi, bir babalik yap, ben d(d)unya’siz yasayamam.’

halil, d(d)unya’ya tekyanli ve cilginca âsik olanlarin husraninin imgesidir. bu trajik kisilikte, biz, d(d)unya ile olan bu tutkulu ve hastalikli ask iliskimizin resmini buluruz. dunya, herkesin gozunu kamastirir; ama kimseye yar olmaz. kendisine, kendisini kaybedecek olcude baglanan ve sevenlere karsi mekkardir. zalim ve aldaticidir. bu, d(d)unya’nin dogasinda vardir.

nazim, hem ’dunyaya nizamat verme’ sevdamizi ve ’kaderimizi belirleme’ sanimizi simgeler; hem de cumhuriyet’in modernlesme projesinin basarisizligini ifade eder. dunyaya nizamat vermeye kalkisirken akilci, aydinlanmaci ve kendi hayatina, enfusi dairesine, ailesine, coluk cocuguna karsi korlesen kusagin trajedisinin temsilidir. niyetleri, toplumsal ve ahlaki idealleri bakimindan samimi olabilir; ama sonucta alabildigine ters giden bir seyler olmustur. nazim bunu fark ettiginde artik cok gec kalmistir.

nazim, sadece aydinlanmaci, idealist cumhuriyet kusaginin bakiyesini temsil etmez, her ideolojik kesim icin bir imaj olarak okunabilir. islamci, ulkucu, suleymanci, isikci, mucadeleci, ehl-i tarîk olup, toplumsal ve ahlakî ideallerinin ’gozluk’ ve ’pencere’sinden yasama bakan, kendisiyle, ailesiyle, dunyayla, yasadigi toplumla, tarihle dolaysiz, sahici iliski kurmakta gucluk ceken ve sonunda ’hayallerinin kurbani’ olarak trajik bir sona ducar olanlarin resmidir nazim. son derece ahlakli, temiz, saf, durust, merhametli fakat trajik.

oglu memet, sadece ’alim-satim’ ve ’muteahhitlik islerinden anlayan’ oportunist biri olup cikmistir. bu sonraki kusaklarin huzunlu durumudur.

piraye, oykunun en cok aciya ducar olmus kisisidir, bir kurbandir.

cocuk sahibi olamayisi, nazim’in yani cumhuriyet’in idealist kusak(lar)inin, (kizi uzerinden) neslinin kesilmekte oldugunun da imgesi olarak okunmalidir.

nazim’in cocukluk arkadasi takoz, yitmis bir kabadayi kusagini temsil eder. safligi, dobraligi, ahlakiligi, comertligi ve adalet duygusuyla, ’okumamis’ ve belki de bu yuzden geleneksel insani ve ahlaki degerlerini koruyabilmis bir kesimi ima eder.

filmin ilk yarisindan anliyoruz ki, nazim, onca tecrubesine, surgunlere, fislenmelere, yakilan koylerde tanik olduklarina, salgin hastaliklarin ogrencilerini elinden almasina, ihanetlere, sevdalara ragmen, dunya ile (gercek dunyayla) henuz temas kurmamis biridir. halil ise, okumamis olmasina ragmen, dunyanin farkli yuzlerini taniyan ve onunla gerilimli ve siddetli bir iliski kurabilmis bir bakima dunyayi nazim’dan daha cok taniyan biridir.

filmin sekanslari arasinda bir ’gecis’ islevi de goren ’tren’ de dunyanin imajidir. dunyanin gecici, ucucu yonunun imgesidir. ne diyordu sair: ’bir gun kus olup gidersin bu trenle.’

eczaci berrin’in de nazim’la ilgili olarak bir ’gonul yarasi’ vardir. esasen herkesin gonlunde bir yara, bir kiriklik birakir dunya. dunya’nin yarasini pansuman ettigi sahnede, nazim’a, filmin alt iletilerinden birini soyler: ’istanbul’da hem yabanci hem yarali o kadar cok insan var ki...’ bu cumledeki ’yabanci’ ve ’yarali’ kelimelerini italik veya buyuk harfle okumak gerekir.

vs vs.

filmin her karesi, kisisi ve diyalogu bir ’dunya oyunu’nun tamamlayici ve destekleyicisi olarak cikar karsimiza.

’inisiyasyona toplu bakislar’ kitabindaki bir yazisinda rene guenon, shakespeare’e de atifta bulunarak, dramatik hikâyelerin, tiyatro ve sinemanin, dogrudan dunyanin imaji oldugunu belirtir. dunya, bir oyun sahnesidir. (dunya hayati bir oyun bir oyalanmadir.) insanlar ve mevcudat, oyunun kisileridir. arz sahnedir. ilahî oynatici (allah) yonetmendir. senaryo, kader yazimizdir. levh-i mahfuz’da saklidir her sey. allah olmus, olmakta ve olacak her seyi ezeli ilminde bilmektedir. oyuncular olarak yerkureye gelir, rolumuzu icra eder ve gideriz. oyunun muzigi, musika-yi ilahiyyedir ve dunyadayken cikardigimiz seslerdir vs.

dogum gunu turku bara giden dunya ve nazim, aynur’dan, o enfes kurtce turkuyu dinlerler. dunya aglar. nazim, ’kurtce biliyor musun?’ diye sorar. dunya, ’hayir’ der. nazim, ’peki niye agliyorsun?’ diye sorunca, dunya soyle cevap verir: ’bu turkuye aglamak icin kurtce bilmek mi lazim?’ anadilde sarki, turku, egitim vs sorunlarina iliskin bu kadar incelikli konusulabilir.

bir baska sahnede, mustafa kutlu’nun bir oykusune ve behcet necatigil’in bir siirine ad ve konu olan (luna) park’ta (ki bu bizatihi dunyanin imgesidir, bir kapisindan girer, oynar, oyalanir, eglenir, cesitli yerlerinde kendini kandirir, baska bir kapisindan cikar gideriz) dunya ile nazim arasinda gecen konusmada, nazim, pavyonda calismayi birakmasi gerektigini, melek icin bunun hic uygun olmadigini soyleyince, genc kadin, ’melek de kendisine verileni alacak, almak zorunda, bundan kacilmaz.’ seklinde konusur. nazim, ’hayir’ diye bagirir, ’aklimiz ve irademiz var. her sey bizim elimizde. hicbir seye mecbur degiliz.’ (bu, dunyaya nizamat verme idealleriyle donatilmis olan kusagin tarihsel bir yanilgisidir.) dunya, ’bana maval okuma ogretmen...’ diye baslar ve hicbir seyin gercekte elimizde olmadigina iliskin dokunakli bir konusma yapar. burada yine sik elestirilen yesilcam’in kader inancina da atifta bulunulabilir. bir kuvvetli hadiste, insanin iradesinin tumuyle mecazî oldugu, ilahî takdirin disinda hicbir seyin gerceklesemeyecegi belirtilir ki, bence bu inanc sanildiginin aksine daha batinî ve sahihtir. bir bakima ’tevekkul’un ifadesidir, parkta dunya’nin nazim’a soyledigi su soz: "kismetimize ne dusuyorsa o oluyor."

keza dunya ile nazim’in balat sahilinde durum yedikleri sahnedeki su sozu de filmin alt sorularindan biridir. (burada dunya, nazim’a asil meslegini sorar. nazim, emekli ogretmen oldugunu soyler. coluk cocugu olup olmadigini sorar. nazim, torunu oldugunu soyleyince de, ’madem torun torbaya karistin, nicin cocuklarin sana bakmiyor, bu yasta calistiriyor, elin itiyle ugursuzuyla ugrasiyorsun?’ der. bu, ebeveynin cocuk uzerindeki ilahî haklari cumlesindendir. bu duyarlik artik, buyuk kentlerde yasayan cozuk aile bireylerinde yitip gitmistir. oysa insanin anne babasina ’uf’ dahi dememesine iliskin ilahi bir uyari vardir. dunya’daki bu duyarlik, gelenegin diplerinden gelen bir ahlaki etkidendir. gelenegin kirintisi dahi, icinde buyuk erdemler tasir.

dunya’nin kiziyla soylesirken ettigi su soz de, hem tecrube dolu hem hikmetlidir: ’erkekte asil yigitlik, sefkattir, merhamettir. seni seviyorum, sana tapiyorum gibi laflar gecicidir, bostur, asil olan merhamettir, sefkattir.’ bu insani ve kozmik duygunun, insanlar arasindaki iliskilerde daha samimi ve sahici bir zemin olusturdugunu deneyimleriyle bilmektedir dunya.

filmde bunun gibi onlarca alt oyku ve ileti de bulunmaktadir.

ezcumle, gonul yarasi, bir turkiye ve d(d)unya yarasi olarak okunabilir. bir film uzerinden turkiye’nin ve d(d)unya’nin halleri bu kadar guzel anlatilabilir. ve bu cigerdelen, dusunduren, gorkemli filminden oturu yavuz turgul nice tesekkur ve ovguyu hak etmektedir.

sadik yalsizucanlar
15.01.2006 (zaman gazetesi)



bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol