vahdet i vücud

karall
her yerde ve herşeyde kalbini yalnız allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır.

(bu mesele hakiki olarak ancak veraset-i nübüvvet muhakkikleri olan müceddid ve asfiyaların tarifleriyle anlaşılabilir.) bu mes’eleye dair otuz birinci mektubun bir lem’asında, hazret-i muhyiddin’in bu mes’eledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevab vardır. şimdilik bu kadar deriz ki:bu mes’ele-i vahdet-ül vücudu şimdiki insanlara telkin etmek, ciddi zarar verir. nasıl ki teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telâkki edilir.
vahdet-ül vücud mes’elesi gibi hakaik-ı ulviye, ehl-i gaflet ve esbab içine dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir.

birincisi: vahdet-ül vücudun meşrebi, cenab-ı hak hesabına kâinatı âdeta inkâr etmek iken; avama girdikçe, gafil avamlara, hususan maddiyyun fikirleriyle alude olan fikirlere girdikçe, kâinat ve maddiyat hesabına uluhiyeti inkâr yoluna gider.

ikincisi: vahdet-ül vücud meşrebi, mâsivâ-yı ilâhînin rububiyetini o derece şiddetle reddeder ki, mâsivâyı inkâr ve ikiliği ref’ediyor. değil nüfus-u emmarenin, belki herbir şeyin müstakil vücudunu görmemek iken, bu zamanda fikr-i tabiatın istilâsiyle ve gurur ve enaniyetin nefs-i emmareyi şişirmesiyle ve âhireti ve hâlik’ı bir derece unutmak cihetiyle; bazı nüfus-u emmare küçük birer firavun, âdeta nefsini mabud ittihaz etmek istidadında bulunan insanlara vahdet-ül vücudu telkin etmek, nefs-i emmareyi el-iyazübillâh öyle şımartır ki, ele avuca sığmaz.

üçüncüsü:tegayyür, tebeddül, tecezzi, tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, mualla olan zât-ı zülcelâl’in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar olur. evet vahdet-ül vücuddan bahseden; fikren seradan süreyya’ya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını arş-ı alâ’ya diken, istigrakî bir surette kâinatı madum sayıp herşeyi doğrudan doğruya kuvvet-i iman ile vâhid-i ehad’den görebilir. yoksa kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup, tabiat bataklığına düşmek ihtimali var.

fikren arş’a çıkan, celâleddin-i rumî gibi, diyebilir: "kulağını aç! herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fotoğraflar gibi cenab-ı hak’tan işitebilirsin." yoksa, celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten arş’a kadar mevcudatı âyine şeklinde görmeyen adama, "kulak ver, herkesten kelâmullah’ı işitirsin." desen, mânen arş’tan ferşe sukut eder gibi, hilaf-ı hakikat tasavvurat-ı bâtılaya giriftar olur! nasıl ki iki melâike, teşbihin sırr-ı münasebetiyle sevr ve hut tesmiye edilen, avamca koca bir öküz ve koca bir balık telakki edilmiştir.
elifielifine
(bkz: fuzuli) vahdet-i vücud ’u şöyle izah etmiştir..

ger ben ben isem nesin sen ey yâr.
ger sen sen isen neyim ben-i zâr.

(ey yar sen, sen isen ben neyim? ben, ben isem nedir bu vaziyet?)

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol